Köprü ve İnek

Köprü ve İnek
23.03.2022
A+
A-

Cumhuriyetin “Bölgeler arasındaki ekonomik ve sosyal kalkınmışlık farkını ortadan kaldırma” projesini devam ettirmek yerine din istismarcılığı yaparak iktidar olmak isteyenler, 1946’dan itibaren tarımsal üretimi de baltalamaya başladı. 1950’de iktidara gelince de kalkınmaktan yoksun bırakmaya başladıkları kırsaldaki nüfusun, “Dağı taşı altın” diyerek gecekondulaşmaya açtıkları İstanbul’a akmasının yolunu açtılar. Bugün İstanbul Boğazı’nın iki yakasında sürekli ikamet eden 16, günübirlik yaşayan 20 milyon insan birikti. Bu gelenler tarlasını, merasını geride bırakıp da geldi.

Geçmişteki din istismarcılarının ihtiraslı varisi AKP de iktidara kurulduktan sonra seleflerini aşarak kırsal kesimi neredeyse boşalttı. İhanete varan politikalarla bitirdiği tarıma son noktayı koydu. Anadolu bozkırının gül yanaklı kızları ile yağız delikanlıları, soluğu yıllardır sokaklarını işsizlerin arşınladığı kentlerdeki yardımlaşma adı altında oy avcılığı yapan vakıfların, tarikatların kapılarında aldı. Bursa’nın köylerinde yaş ortalaması 65 olan insanlar kaldığına göre herhalde tüm Türkiye’deki köylerde yaşayanların yaş ortalaması da bundan aşağı değildir. Yaş ortalaması bu olan insanların gücü ve hukuksuzluğa dayalı tek adam rejiminin lütufları ile artık bu topraklarda istenen bir tarımın yapılıp yapılamayacağının değerlendirmesini herkes kendince yapabilir.

Köprü:

Cumhuriyetin mayasıyla fermente olsak, ezelden beri varlığına değer katsak yine de kemteri olan biz bu ülkenin çiftçileri ve çobanları, baktığımız her şeyde o şeyin tarımla ilgisinin ne olup olmadığının felsefesini anlamaya çalışırız. İşimiz bu! Milletin cebindeki kalan son kuruşlara uzanacak eli harekete geçirmek üzere 18 Mart’ta açılışı yapılan Çanakkale köprüsüne baktığımızda da ülkemizin zengin kaynaklarının bir grup yabancı sermayedar ve yerli işbirlikçilerince hortumlanmasının aracı olarak görüyoruz. Halkımızın varlık içinde yoksullaşmasının sebebi olarak görüyoruz. Bu ve benzer politikalarla oluşturulan adaletsizliklerin toplumsal yaşamımızın her alanını esir aldığını görüyoruz.

Zira köprünün maliyeti 1,8 milyar Euro, yönetimin bizim vergilerimizle müteahhide ödeyeceği bedel ise 3,2 milyar Euro. Bir aracın vapurla geçişinin bedeli 107 TL iken köprüden geçişin bedeli garanti ile birlikte 580 TL. Çanakkale Boğazından günde 12 bin araç geçerken, verilen garanti geçişi günde 45 bin araç ve bu 16 yıl 2 ay 10 gün sürecek. Geride ne var ne yok o da ticari sır! Bu, ülkenin geleceğini ipotek altına alma konusu, adı konulmamış bir kapitülasyon değil ise nedir peki? Üstelik bu köprü, iktidarın şimdiye kadar açtığı bir sürü kara delikten sadece bir tanesi!

Oysa köprünün haşmetinin gölgesinde kalan o deniz, o toprak; tek dişi kalmış canavar ile yozlaşıp kendisine teslim olmuş saltanatın ve hilafetin hep birlikte battıkları yerdir. Trablus’tan, Yemen’den, Kafkaslardan, Balkanlardan dersini alıp ayağının tozuyla gelen yorgunların, Anadolu bozkırından gelen kınalı kuzuların; insanın insana kulluğunu yok etmenin yolunu açmak için gözlerini kırpmadan hep birlikte ölüme atladıkları yerdir.

O yerde toprağa düşenlerin ruhu arşı aleme çıktı, yıldızlardan birer cemre olup müdafaa edilen sathın dört bir yanına saçıldı, satıh vatan oldu, kurtuldu; özgür Türk ulusu doğdu, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Toprak uyandı, su uyandı; bu diyar baştan başa protein, yağ, karbonhidrat, vitamin ve mineral damlayan yemişe kesti; bereket geldi, huzur geldi; gök duruldu, yer şenlendi …

Ya şimdi?

Yüz yedi yıl önce Çanakkale’yi geçemeyenler, vazgeçemedikleri vahşi ve yayılmacı emellerini gerçekleştirmek üzere bugün silahsız öncü birliklerini bu iktidar döneminde ve kolaylaştırıcılığında çoktan Suriye, Irak, İran sınırından içeriye soktu bile. Hem de halkımızın ve Cumhuriyetimizin değer kazandırdığı nitelikli yaşamı, kendileri ile aynı kafada olan içeridekilerle birlikte geriye dönüştürebilecek yeterlilikteki popülasyonla!

Yurttaşlar olarak hiçbir konuda şeffaf olmayan iktidarın bu güruhlarla ne yapmak istediğini bilmiyoruz. Lakin Sn. Cumhurbaşkanının “Göndermeyeceğiz” sözüne bir de küresel sermayenin beslemesi yetmez ama evetçi takımı ile hümanizma seviciliğine soyunan kumpasçıların “Geri dönüşün imkansızlığı” şarkısını dillendirmelerine, söz konusu popülasyonun ülkemizin gerçek sahiplerinden daha çok özgüvene sahip olmalarına, bizden kat be kat hızlı artış göstermelerine, kimi illerde şimdiden çoğunluğu elde etmelerine baktığımızda ülkemizi istila etmek gibi bir hedeflerinin olduğunu görmemek için kör olmaya gerek yok herhalde.

Endişemiz; bu köprü yüzünden İstanbul’dan daha çarpık ve soluksuz bir kentleşme sürecinin Çanakkale, Marmara ve Ege kıyıları boyunca başlayacak olmasıdır. Türkiye üzerinde işgalci emelleri olan küresel güçlerin ve içerideki arazi rantçılarının bunu fırsat bilip Ortadoğulu, Asyalı, Afrikalı nüfusu çeşitli bahanelerle buralara doldurmasıdır.

Oysa güney Marmara ve Ege bölgesinde kara ve deniz iklimi bir arada yaşanır. Toprakları çok verimlidir. Bu vesileyle başta sebze ve meyve türleri olmak üzere dünyadaki birçok tarım ürünü çeşidinin yetiştirilmesine en elverişli alandır. Karadeniz’den sonra yeşilin hakim olduğu ikinci bölgemizdir. Hele zeytin; Türkiye’nin zeytin merkezi olduğu gibi dünyanın en kaliteli sofralık ve yağlık zeytin çeşitleri de bu bölgede yetişir. Anlayacağınız bu bölgenin yerleşime açılması, buralarda bu nitelikteki bir tarımın geleceğinin de olmayacağı anlamına gelir.

İnek:

Herkesin ekonomist kesilip ülkenin gerçeklerinden koptuğu bugünlerde bu köprü işini bir de eskiden bir hayvancılık cenneti olan Sivas, Muş, Van, Ağrı, Ardahan, Kars ve Erzurum’daki meslektaşlarımızla konuştuk. Bizim Erzurum’dan sığırtmaç Şahamettin’in “Ben körpüye bağınca inek görirem. Amma velakin inek bizde otlir yad ellerde sağılir, ben onu anlamirem!” sözüne dikkat kesildik hepimiz. Kim nasıl daha net anlatabilirdi ki memleketin bu halini!

Sahi bu köprüye harcanan para önce hayvancılığa yatırılsaydı halkımız etsiz, bebelerimiz sütsüz kalır mıydı bugün? Yanı sıra güçlenmiş hayvancılığın ürettiği katma değer, her yıl demiryolunun da üzerinden geçtiği buna benzer iki köprü parası olarak devletin hazinesine dönmez miydi? Verimli topraklar betonlaşmaya açılmayıp meralar da ıslah edilseydi ve buralarda iyi bir tarım ve hayvancılık yapılsaydı Türkiye’nin kişi başına düşen geliri 9 değil de Hollanda’daki gibi 60 bin dolar olmaz mıydı?

Demek ki bu bir tercih meselesi: Ne yazık ki bizim iktidarın tercihi de altından, varlığını Türk varlığına armağan edenlerin aziz hatıralarının üstüne köprüler yaparak, bu köprülerin üstünden de servet namına Türk halkının elinde avucunda kalan ne varsa hepsini bir grup yarenine transfer etmektir.

İktidarın tarıma yaptığı 29 milyar liracık destek, yapması gerekenin sadakası bile değildir. Oysa tarım, ülkemizin tüm zamanlardaki şansıdır. Bu şansın milletimizin elinden alınmasıyla geleceği karartıldı, açlığa ve köleliğe şimdiden mahkum edildi bile!

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.