İzmir Depremi ve Tarım

İzmir Depremi ve Tarım
15.11.2020
A+
A-

“Modern kapitalizme varana kadar bütün uygarlıkların temelinde tarım yatar” der, bir Alman düşünür.

Hayat su ile başladı. Sudan çıkan canlıların bir kısmı kanat takıp göğe uçmuş, kalanlarsa çayırlıklarda yaşamaya mahkum olmuştu. Bunların arasında insanın atası da vardı. Yırtıcılardan korunmak için önce iki ayağı üzerinde durmayı öğrendi. Ardından iklimlerin yaşandığı steplere çıktı. Güneşin ısıttığı, rüzgarın serinlettiği dağlara vurdu kendini. Mağaralara ve kovuklara sığındı. Avcılığa ve toplayıcılığa başladı. Gün geldi, doğduğu yere benzedi.

İnsanlar en çok avcı toplayıcı dönemlerde doğanın gücünü tanımaya, anlamaya başlamıştı. Onun için atın susuzluğunu giderdiği yerden su içtiler, köstebeğin deldiği toprakları işlediler, yılanın uyumağa durduğu yere ev yaptılar.

Yerleşik hayatsa tarımla başladı. Tarım toplumunda, doğa güçlerinin üstesinden gelindiği ve hastalar sağaltılabildiği ölçüde nüfus da artmaya başladı. Ekili alanların yakınlarında yerleşim alanları kuruldu. Önce köydüler, sonra kente dönüştüler. Derken birbirlerine muhtaç sermaye, işgücü, üretim araçları ve meslekler sahneye çıktı.

Ülkemizin belki de o dönemlerden günümüze kalan yapılarına baktığımızda, sermayenin ve emeğin bugünkünden farklı şekilde kullanıldığını görüyoruz. Bergama’daki bir tarlanın istinat duvarının üç bin, Trakya’daki bir Roma yolunun iki bin, Ayasofya’nın bin beş yüz, Divriği Şifahanesinin dokuz yüz, Bursa Ulu Caminin altı yüz yıldır deprem kuşağının üzerinde olmalarına rağmen sapasağlam ayakta kalmalarının nedeni, sergilenen bu farklı yaklaşımdır.

Cumhuriyetin Atatürk dönemindeki yapılarının da aynı yaklaşım ve nitelikte inşa edildiğini görmekteyiz. Lakin günümüzde inşa edilen depreme dayanıksız yapıların ardında yatanın, yönetimlerin ve bütün ilgililerin pespaye karakterleri olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla insan hayatının bu pespayelerin vicdanı ile cüzdanı arasına sıkıştırıldığında, cüzdanların vicdanları satın alıp ayırım gözetmeksizin bu hayatları sonlandırması kaçınılmaz oluyor.

Öyleyse yapıların inşası ile karakter gibi insani değerlerin inşası at başı götürülmelidir ki depremin yıkımına sebep gösterilecek çürük yapılar olmasın ve altında göz göre göre insanların hayatı sonlanmasın.

Düşünebiliyor musunuz; dört bin yıl önce bir tarım toplumu olan Sümerlerde, her ne nedenle olursa olsun ölüme sebebiyet veren binaların mimarlarına ve ustalarına ölüm cezası getirilmişti. Aynı şekilde verimli ve sulanabilen tarım arazilerine bina yapılması da yasaklanmıştı. Birilerinin; ileri demokrasiyi getirdiklerini, ekonomiyi uçurduklarını iddia ettiği bugünkü Türkiye’de ise ortalama büyüklükteki her depremde ne yazık ki ülke tümüyle enkazın altında kalmaktadır. Son örneği İzmir’deki deprem!

Bunun başlıca sebepleri; bütün Avrupa’da 25 bin olan müteahhit sayısının Türkiye’de 435 bin olmasıdır. AKP öncesi Cumhuriyet tarihinde sadece iki kez düzenlenen ihale yasasının, Cumhuriyet karşıtı AKP döneminde 191 kez değiştirilmesidir. Yolsuzlukta, hırsızlıkta ve hukuksuzlukta dünya birincisi olunmasıdır. Dere yataklarına, deltalara, verimli tarım arazilerine malzemeden çalınan yapılar inşa edilmesidir.

Dünyada hızla artan nüfusu doyurabilmek amacıyla orman alanları tarım alanlarına dönüştürülüyor. Kapitalizm de aşırı tüketimi teşvik ederek küresel düzeyde kaynakların yok olması, çevrenin kirlenmesi ve iklimlerin olumsuz değişmesi pahasına bu döngüyü kendi rant alanına dönüştürmektedir. Demokrasi ise kör-topal da olsa elinden geldiğince bunun tam tersini yapmakla birlikte nüfus artış hızını gıda üretim kapasitesiyle dengelemeye çalışmaktadır.

Dünyanın karşı karşıya bulunduğu bu ikilemde, toplumsal değerlerin yozlaştırıldığı Türkiye’de ise ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynakları altın tepside vahşi kapitalizme sunulmaktadır. Siyasi popülizm uğruna ülkedeki lümpen kitlelerin nüfus artışı teşvik edilmekle kalınmamış, Suriyeliler başta olmak üzere dünyanın milyonlarca kopuğu içimize alınarak, ülkemizdeki barınma ve beslenme dengeleri milletimizin aleyhine yerle bir edilmiştir. Bütün bunlar ülkeyi daha da yoksul, hukuksuz, eğitimsiz, sağlıksız, güvensiz ve yönetilemez hale getirmiştir. O da kırsal yerleşimlerin terk edilmesine, tarım ve orman alanı, bataklık, dere yataklarının hızla ve çarpık-çürük kentleşmesine neden olmuştur. Bütün bunlar depremlerde her seferinde can ve mal kaybına yol açmaktadır.

Bu gidişe daha fazla seyirci kalınamaz:

Yüzlerce, binlerce yıl önce işgücü ve teknoloji gelişmemişken, mühendis ve kalifiye eleman kıtken yapılan yapıların günümüze kadar sağlam durmasının mümkün olduğunu herkes gözleriyle gördüğüne göre; bugünkü teknolojik donanıma, mimar, inşaat mühendisi ve kalifiye eleman bolluğuna rağmen otuz, kırk, elli yıllık binaların çökmesi, yıkılması, vatandaşlara mezar olması bu milletin ayıbıdır. 783.562 km karelik koca alan içinde yer mi yok ki hala tarım arazilerine ve gevşek zeminlere bina yapıyor bu millet?

Peki, bu ayıptan kurtulmak için ne yapmalı?

İnsanca bir yaşam biçimi hedeflenmelidir: İnsan, düşünen bir canlıdır. İnsana, erdemli olmak yaraşır. O halde üremesi de erdemli bir şekilde olmalıdır. “Üç yap, yok olmadı beş yap” diyen sorumsuzları dinleyerek değil, yeterli ve dengeli besleyebileceği, yeterli eğitimi ve sevgiyi verebileceği, sağlıklı, mutlu ve başarılı bir hayata hazırlayabileceği düşüncesiyle çocuk yapmalıdır. Böylece ülkemizde iyi yetişmiş, artış hızı kontrol altına alınmış seçkin bir nüfus olmalıdır ki sağlıklı meskenlerde yaşama şansına sahip olabilsin.

Adrese teslim ihale yasalarının düzenlenmesine, orman, mera ve tarım alanlarının vasfını değiştirerek imara açan yasal düzenlemelere derhal son verilmeli ve yapılanlar iptal edilmelidir. Türkiye’nin fiziki olarak üç büyük deprem kırığı üzerinde olduğu, siyasi olarak da demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu göz önünde bulundurularak depremle ilgili yasal düzenlemelere gidilmelidir.

Umarız İzmir Depremi de unutulmaya yüz tutmaz ve gerekenler yapılır. Zira kişi başına düşen et-süt gibi temel gıda maddelerinde dünyanın sonuncu sırasına düşen Türkiye, kişi başına düşen beton miktarında ve depremlerdeki ölüm oranında birinci sıraya yükselmiştir. Ülkemizi bu ayıptan kurtarma görevi ise hepimizin.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.