Tut ki yedik…

Tut ki yedik…
07.09.2023
A+
A-

Rahmetli Büyük Babam öyküsünü anlatırken ismi için, ‘Tut ki Yedim’ demişti.

Benim aklımda da öyle kalmış.

Aslının Sanki Yedim olduğunu bundan on yıl kadar önce öğrendim.

Tut ki-San ki-Velev ki-Say ki; aralarında anlam bakımından pek bir fark yok.

Ama gerçek ve gerçek olduğu kadar da ilginç bir öyküsü var deyimin.

Osmanlı döneminde 18. yüzyılda yaptırıldığı tahmin edilen İstanbul’un Fatih ilçesinde Zeyrek mahallesinin Kırbacı sokağında mütevazi bir cami var. …

Yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmemesine karşın hakkında çeşitli rivayetler türetilerek günümüze kadar gelmiş.

Rivayetlerden en revaçta olanını paylaşayım;

Keçecizade Hayreddin Efendi (bir başka rivayete göre de Adanalı Şakir Efendi) dar gelirli bir esnafmış.

 “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı gereği üzere kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar imar eder. İşte bunların doğru yolda olup başarıya ulaşacakları umulur.” ayetindeki müjdeyi duyunca bir cami yaptırmaya karar vermiş.

Ancak bunun için gerekli parası yokmuş.

O da nefsinin arzularını sermaye yaparak, hiç birini dinlemeden dünyevi isteklerini yerine getirmek için harcayacağı paraları biriktirmeye başlamış.

Ne zaman canı bir şey istese; ‘Tut ki yedim’ demiş ve ona harcayacağı  parayı bir kenara koymuş.

Bu eyleminin 20. yılında ayetteki koşulları tamamladığına ve biriktirdiği paranın bir cami yaptırmak için yeterli olduğuna karar vererek eylemi adı olan bu küçük ve mütevazi camiyi yaptırmış.

Caminin adını da halk koymuş

‘’Tut ki Yedim’’ Camii.

Geçen gün hanım ile markete gittiğimizde yine aklıma geldi bu öykü.

Ama evrilmiş ve güncellenmiş haliyle tabii.

Reyonlar arasında dolanırken önceleri rahatlıkla aldığımız ürünleri pas geçip hatta bazılarını görmemek için başımı öte tarafa çevirirken kulaklarımda hep o caminin ismi yankılanıyordu.

Tut ki yedim…

Artık bu iki sözcüğün parantezine aldığımız bir yaşam sürüyoruz..

Hayatta kalabileceğimiz kadar besin maddesi alarak, evimizde karanlıkta kalmadan, susuzluktan kurumadan, kışın soğuktan donmadan yaşayabilmek adına tatil, kültür, hobi ve daha ne varsa tamamını yani hayatı anlamlı kılan diğer unsurlarını yok sayarak.

Ama hepsini de yaptığımızı varsayarak.

-Hayatım pideli köfte yiyelim mi?

-Tut ki yedik canım.

-Haydi yarın İstanbul’a gidelim

-Tut ki gittik hayatım

-Kış geliyor, pantolonun eridi; gel alalım bir tane.

-Tut ki aldık balım.

-İlaçların bitti; yazdıralım da alalım, gerçi katkı payı ödeyeceğiz ama olsun.

-Tut ki aldık bir tanem.

-Aaaa ama öleceksin be adam; sağlıktan tasarruf mu olurmuş?

-Tut ki yaşadım canımın içi.

Bu Tut ki bir kere başladı mı, davranış biçimi haline gelmeden de durmuyor.

Vazgeçilip hayattan çıkartılanların sayısı artıkça da insanın ruhu da yoksullaşıyor.

Ha bir de yine bu Tut ki’lerin sonunda harcamaları kısınca biriktirecek para da artmıyor artık.

Değil cami yaptırmak, evin kirası uç uca denkleştirilip ödenebiliyor.

Harcanmayan her liranın da anında enflasyonun giyotininde kafası vuruluyor.

Yoksulluk sınırının iki kat altında, açlık sınırının sınır çizgisinde yaşamak ip cambazlığı gibi bir şey.

Düştü düşecek insan.

Ele geçen üç kuruş paranın marketlere, kasaplara, pazarlara, lokantalara ve bilumum ticarethaneye bölünmesi teknik olarak mümkün değil.

Mutlak surette bazılarından vazgeçmek gerekiyor.

Zaten biz vazgeçmesek onlar bizden vazgeçiveriyorlar.

Asgari harcamalar azami gelire denk gelince yapacak bir şey yok.

Ekonomik göstergelere baktıkça da bunun öyle hamasi söylemlerle filan kolay kolay atlatılacak bir sıkıtı olmadığı da ortada.

O zaman bize tek bir yol kalıyor.

Almamak ya da ertelemek.

Hayati unsurlara biteviye gelen zamlar hepimizin yaşam kalitesini de düşüyor elbette.

Bununla birlikte oluşan talep daralmasından dolayı da alabildiğimiz mal ya da hizmetlerin de içi boşalıyor.

Toplam kalite derken, toplam kalitesizlikle mücadele bile edemez hale geliyoruz.

Kısa kısa, erteleye erteleye giderek hayatın dışına çıkıyor, kabuklarımıza çekiliyoruz.

Alışkanlıklarımızdan küçücük keyiflerimizden vazgeçtikçe de mutsuzlaşıyor bunu da çevremize yansıtıyoruz.

Başarının para olarak algılandığı, her şey için ederinin en az üç  katı bedeller ödendiği bir ülkenin emeği ve helalliği ile geçinen insanının da mutlu olması beklenemez.

‘‘Onu bırak, buna boş ver, ötekini atla, berikini pas geç, böyle de yaşanmaz ki birader.’’

diyen olursa diye yazıyorum;

Tut ki öldük birader…

YORUMLAR

  1. Muzaffer Ayazi dedi ki:

    Elinize,kaleminize sağlık.Aynı duygu ve düşünceler içindeyim.Kendi derdimin,kendi ailemin ş