Türkiye – Afganistan Hattı

Türkiye – Afganistan Hattı
21.08.2021
A+
A-

Ulus olamamış bir ülkede haramiler gelince sözde yönetimin başındakiler, çaldıkları parayla dolu uçaklara, kırmızı halıların serildiği merdivenlerden binerek ardına bakmadan sıvışıp giderler. Sözde yönettikleri halk ise yer yarılıp da içine giremediğinde, gökteki kuştan aman dileyerek kaçar.

20.yüzyılın başında Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak tarih sahnesine çıktı. 1. Paylaşım Savaşıyla dünyayı saran ateşin çok sürmeden daha da harlanacağını gören dünyanın en öngörü sahibi kişisi M. Kemal Atatürk, ulusunu ve bulunduğu bölgedeki halkları bu gelen ateş topundan korumak için bir şey yaptı:

1935’te Yunanistan, Yugoslavya, Romanya (Bulgaristan sonradan katılmıştır) ile birlikte Balkan Paktını, 1937’de ise İran, Irak ve Afganistan’la birlikte Sadabat Paktını kurdu. Suriye ile Lübnan; Fransa, Ürdün ile Mısır da İngiliz mandası olduğundan o gün değil ancak sonradan katılacaklardı. Tunus dahil.

Emperyalizmin dünyayı paylaşım avına çıktığı sıralarda genç Türkiye’nin önderliğinde bir ucu Orta Asya’nın ötesi Çin sınırı bir ucu Avrupa’nın ortası olan ve dünyanın en büyük medeniyetlerine ev sahipliği yapmış bir coğrafyada uluslar arası barış ortamı inşa edildi. Dünyanın en büyük siyasal birliği ve dayanışması gerçekleştirildi. Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi gerçekten de dünyaya barış, özgürlük ve kardeşlik getirmek üzere bu birliktelikte vücut buldu.

İnsanlık için en kıymetli hazine bilgi, en büyük zenginlik kültürdür:

Türkiye Cumhuriyetinin temelinde bilgi ve kültür vardır. Güçlü bir ulus olması için laikliği ve demokrasiyi de bu iki değerle bütünleştirmiştir.

Lakin Sadabat Paktı ortakları, laik bir demokrasiye geçemedikleri için uluslaşamadılar. Üzerinde oturdukları ekonomik kaynaklardan nasibini alamadılar. Etnik ve mezhepsel ayrışmadan kurtaramadılar kendilerini. Sadabat devam etseydi, Doğu Türkistan dahil Orta Asya’daki Türk devletleri asla şimdiki halde olmayacaktı.

Balkan Paktı ortaklarından uluslaşamayan Yugoslavya tarihten silindi, kalanlarsa AB’nin kanatları altına sığınmakta buldular kurtuluşlarını.

Ne yazık ki 2. Paylaşım Savaşının ardından dünyayı iki kutba dönüştüren ABD ile SSCB’nin, emperyalist çıkarları uğruna birbirleriyle tepindikleri alan içinde yer alan Balkan ve Sadabat Paktının Türkiye dışındaki üyeleri, uluslaşamadıkları için bu iki emperyalist kutbun ittifakı karşısında duramadılar. Hatta bu ülkeler ABD ile SSCB arasında birer pinpon topuna dönüştüler. Türkiye’nin tek başına da olsa tam bağımsız dış politikası ise Atatürk’ün ölümünden sonra peyderpey kesintiye uğradı.

Toplumları esenliğe kavuşturacak bu bölgesel dayanışmanın yerine, din ve etnisite adına insanlık dışı aşağılık hayatlara sürükleyen Yeşil Kuşak ve BOP benzeri projeler ihdas edildi ABD tarafından. Hatta daha bu gelişmeler olmadan önce, laik ve demokratik Türkiye’nin çevresine örnek olacağını gören İngiltere, binlerce yıllık vahşi çöl selefi damarını besleyecek İhvanı kurdu Mısır’da. İşte Elkaide’den Fetö’ye, Taliban’dan milli görüşe bölge ülkelerini ve dünyayı tehdit eden ne kadar kökten dinci ve etnikçi varsa, radikal olsun ılımlı olsun hepsi İhvanın, Yeşil Kuşağın, BOP’un ürünleridir.

Sonunda ABD ile Rusya’nın hegemonik ittifakına Çin’in katılmasıyla oluşan troyka, sadece bölgeyi değil dünyayı tümüyle bir cehenneme çevirdi. Demokrasi ve laiklik birçok yerde rafa kaldırıldı. Neomonarşiler, neooligarşiler, diktatörlükler, terör örgütleri, uyuşturucu baronları, savaş ağaları üretildi. Kimin devlet, kimin aşiret, kimin kabile olduğu belli değil. Her türlü toplumsal bela, salgın hastalıklar gibi sınır tanımadan serbest dolaşıma sokuldu bu troyka tarafından.

Bilime ve Kültüre Dayalı Olmayan Her Yapı Yıkılmaya Mahkumdur:

Bilgi ve kültür bireyi cesaretlendirdiği ölçüde toplumları da yaptıklarında haklı, meşru, samimi, korkusuz ve özgür kılar. Atatürk’ün, “Cumhuriyetin temeli kültürdür” fikri burada yatmaktadır. Arap (Baharı) Cehennemiyle Tunus’tan başlayıp Afganistan’a domino etkisiyle uzanan bu yıkılışın tek olmasa da başat sebebi bilgisizlik ve kültürsüzlüktür. Yani cehalettir ve bu cehaletin de örgütlenmiş halidir.

Kültür sadece halay çekmek, horon tepmek, sac kavurmadan sonra baklava yemek değildir. Kültür; ordunun disiplinidir, yargının bağımsızlığıdır, üniversitenin özerkliğidir, insanların birbirine karşı geliştirdiği sevgi ve saygıdır, özgür düşünmektir, kendini bilmektir, onuruyla yaşamaktır, hak aramaktır, bilime inanmaktır, yasalara uymaktır, çalışmaktır, üretmektir, paylaşmaktır, vergiden kaçmamaktır, çalmamaktır, doğa ile uyum içinde yaşamaktır…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her fırsatta “Kültürel iktidarımızı henüz kuramadık” diye serzenişinin altında kendince önemli sebepler yatmaktadır. Zira kültürel dönüşüm olmadan toplumsal dönüşümün gerçekleşemeyeceğini çok iyi biliyor Sn. Erdoğan ve iktidarı. Onların yeterince kültürel iktidarlarını kuramamalarının, dindar ve kindar nesiller yetiştirememelerinin, yüzde yüz kendilerine kul olacak bir toplum yaratamamalarının önündeki engel; Türkiye’nin fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmeyi hedeflemiş bulunan demokratik, laik ve ulus devlet yapısıdır. Demokrasiyi ve laikliği bitirmeyi bir ölçüde başarmış gibi görünüyorlar. Şimdi devletin ulusal yapısını bozmaya çalışmaktadırlar. Emellerine ırkçı ve mezhepçi politikalarla ulaşamayacaklarını anlayınca, bu kez ülkenin demografisini değiştirerek deniyorlar. Milletimizin kendi namusu bildiği sınırları yabancı göçlere açmalarının sebebi budur.

Sırada Türkiye Var:

Demek ki bir ülkenin büyüklüğü, saygınlığı yer altı kaynaklarıyla ölçülemiyor. Öyle olsaydı Irak ve Afganistan gibi ülkeler Almanya’dan da Japonya’dan da önde olurlardı. Mesele demokratik ve laik bir ulus olmada. Dünyaya geniş açıdan bakan, bilgili ve kültürel birikimi olan yurttaşlara, yöneticilere sahip olmada!

Türkiye, büyüklüğünü ve saygınlığını bu değerlerinden alıyordu bugüne kadar. Bir de bu değerleri yaratarak kendisine mal eden Atatürk’ünden. Ancak ne hazindir ki darda kalan, yolunu kaybeden ülkelerin bir Atatürk aradığı bugünlerde, AKP iktidarı Türkiye’yi Atatürk’ten ve onun devrimlerinden koparmanın çabasında. Bunu başardığı andan itibaren Türkiye Iraklaşma, Suriyelileşme, Afganistanlaşma riskiyle karşı karşıya kalır.

AKP önce “Türkiye’ye ileri demokrasiyi getireceğiz” takıyyesini yaparak iktidara gelmiş, sonra “Demokrasi; hedefimize varmak için bindiğimiz bir tramvaydır, kendi istasyonumuza vardığımızda bu tramvaydan ineriz” diyen ve gerçekten de iktidar olduktan sonra demokrasiyi yok eden, öteden beri de bölgedeki ihvancı ve selefi akımlarla birlikte hareket eden bir siyasi partidir.

Amerika’nın Afganistan’dan yenilmiş gibi çekilmesi bir taktiktir. Bunu, bir imparatorun, sömürgelerinden birinin yönetimini bir validen alıp diğerine vermesine benzetebiliriz. Bunu şiddete dayalı yapmasındaki amaçsa Türkiye’dekiler dahil bölgedeki diğer siyasal İslamcı unsurları cesaretlendirip şiddete özendirmektir. Yoksa Taliban’ı kuran, onu yetiştiren, ona silahını veren Amerika’nın, arkasındaki NATO gücüyle beraber yirmi yılın sonunda Taliban’a yenildiğine inanmak, saflıktır.

Gelinen aşamada Türkiye’nin bilimde, sanatta, siyasette, kültürde, ekonomide, uygarca yaşamın her hangi bir alanında işbirliği yapacağı bir ülke kalmadı Ortadoğu’da. Türkiye’de de güvenlik ve karşılıklı çıkarlar gereği bölge ülkelerinin meşru yönetimleriyle diyalog kuracak bir hükümet yok. Tek kişinin aklıyla hareket eden mevcut iktidar, emperyalist troykaya boyun eğmiş, milletin birliği, ülkenin bütünlüğü aleyhine ne varsa onu yapmaktadır. FETÖ ile iş tutması, PKK ile masaya oturması yetmiyormuş gibi şimdi de Taliban’la görüşme peşinde.

Son yaptığı şey; Türkiye’nin iç barışını bozmaya, birliğini, bütünlüğünü yıkmağa çağırdığı on milyonlarca güruha kapıları sonuna kadar açmasıdır. Tüm haşmetiyle sırıtan bu gerçeği görmemek, bilmemek için gerçekten kör ve aptal olmak lazım!

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.