Satılık ülkenin yeni sahipleri

Satılık ülkenin yeni sahipleri
09.05.2022
A+
A-

Bilim, sanat, teknoloji, ekonomi başta olmak üzere Türkiye’yi dünyada saygın kılan tüm değerler kaybedilmiş, onlara kapsül olan tüm yapılar da eski zamanlardan kalma kalıntılardan ibaret bir viraneye dönmüş durumda.

Dünyada Türkiye denince ilk akla gelen ülkenin “kurucusu” Atatürk’e 2 Aralık 1922’de kurulan tuzakla, o günkü milli sınırlar dışındaki Selanik’te doğduğu, göçmen olduğu ve beş yıl sürekli bir yerde ikamet etmediği bahanesiyle kendisini vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını taşıyan bir kanun teklifiyle mecliste milletvekili seçtirmeyerek pasif kılmak isteyenler, ikinci akla gelen Nazım’ı saygın bir “Türk şairi” olduğu için vatandaşlıktan çıkaranlar, üçüncü akla gelen Tarkan’ı popüler bir “Türk starı” olduğu için vatandaşlıktan çıkarmaya yeltenenler; bugün viraneye çevirdikleri Türkiye’yi sahiplenmek amacıyla gelen ne kadar Türk düşmanı varsa hepsine “Türk vatandaşlığı” takdim ediyorlar.

Doksan bir ülkenin insanları Türkiye’ye vizesiz girerken Türk yurttaşlarının vizesiz gidebildikleri ülkeler dünyada hiçbir saygınlığı olmayan, demokrasi ile ilgisi bulunmayan, kendileriyle karanlık ilişkilerin kurulduğu adını dahi kimsenin bilmediği az sayıdaki adacık ve kabile devletleridir.

Eğer bir ülkede insan yaşamına kasıt varsa o ülkeden kaçanlara komşu ülkeler belirlenmiş bir program dahilinde ve geçici sürede kucak açabilir. Ancak bunun bir adabı vardır, verilecek vatandaşlığın da kabul edilebilir bir mazereti olmalıdır. Birilerine kucak açılması ya da vatandaşlık verilmesi, sığınılan ülkeyi dingonun ahırına çevirecek mahiyette olmamalıdır.

Türkiye sığınmacı konusuna yabancı değil ki; İkinci Dünya Savaşında Almanya’dan gelen az sayıdaki bilim ve sanat insanına kucak açtı vatandaşlık da verdi. Ama bir elin parmakları kadardılar. Türkiye onların biliminden ve sanatından faydalandı, onların da Türkiye’yi istila etmek gibi bir niyetleri yoktu. Daha gerilere gidilse İspanya’dan gelen Yahudileri örnek verebiliriz.

Lakin Türkiye’nin günümüzde karşı karşıya getirildiği istilanın dünyada bir örneği yok. Suriye, Afganistan, Pakistan, Arakan, Irak, Libya, Afrika gibi dünyanın birçok sorunlu bölgesinden getirtilen güruhların tamamı kriminal unsurlar. Bunların, bizim gözaçık sermaye sınıfınca ucuz işgücü olarak kullanılan göstermelik kısmı bir yere kadar bunu devam ettirecektir, bekledikleri gün geldiğinde işyerlerini iş sahiplerinin başına geçireceklerinden gözaçıklarımızın hiç kuşkusu olmasın.

Bunlar kanun bilmez, bilse de tanımazlar. Milliyet, vatan, namus, akıl ve vicdan mefhumunu üzerinden atmış vekalet savaşçılarıdır. Sahipleri adına ölmek ve öldürmek bunların öncelikli işidir. Taciz ve tecavüz bunlar için sıradan bir davranıştır; AKP mensuplarının dediği gibi “bir kereden bir şey olmaz” demezler, bunlarda “her kereden bir şey olmaz!”

Bunlar, Anadolu’daki Türkmenlerin katlinin farz olduğunu dini yetkinlikte söylemek üzere Yavuz’un Arap çöllerinden toplayıp getirdiği on bin propagandistin bugünkü on milyon ardılıdır. Onlar cihanşümul Osmanlıyı yıkanlardı, bunlar da laik Türkiye Cumhuriyetini yıkmak için getirilmişlerdir.

Onca ülkenin kopuğu ülkemize sokuşturuldu, peki, Türkiye bu kopuklara karşılık o ülkelerden ne alacak, hayali halifelik yetkisi mi, bilen var mı?

2011 yılından beri yaşanan bu gelişmelere paralel Türkiye’de özetle neler oldu bir de ona bakalım:

Cumhuriyetin başından itibaren milletin kanıyla, canıyla, alın teriyle elde ettiği ekonomik kuruluşların tümü haraç mezat satıldı. Devlete saygınlık kazandıran kamu kurumlarının tamamı ya kapatıldı ya da işlevsizleştirildi.

1923’ten 2002’ye kadar devletin vatandaşlardan aldığı vergilerin toplamı yedi yüz elli milyar dolar iken ve bununla koskoca Türkiye imar edilmişken AKP iktidarının on dokuz yılda tek başına topladığı vergi 3.2 trilyon dolardır. Bu paradan geriye bir tek kuruş kalmadığı gibi akıbeti de bilinmiyor. Dış borç beş yüz milyar dolara merdiven dayamış durumda. Ulaşım sektöründe yapılan görünürdeki birkaç hizmete karşılık da ülkenin on beş ile yirmi beş yıllık geleceği ipotek edilmiş bulunmaktadır.

Bağımsız yargı ile dengeli dış politikaya son verildi. Sağlık ve eğitim sistemleri çökertildi. Ekonomi buhrana sokuldu ve G 20 ülkelerinden biri olmaktan çıkarıldı Türkiye. Kısaca ekonomisi güçlü, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, adaletsiz gelir dağılımında dünya birincisi olan itibarsız bir kabile devletine dönüştürüldü.

Yurttaşlarımızın evsiz barksız kalması pahasına konutların, çiftçilerimizin tarım yapmaması pahasına toprakların, ormanlarımızın yağmalanması pahasına madenlerin yabancılara peşkeş çekilmesi yetmezmiş gibi şimdi de bir daire fiyatına niteliksiz yabancı bir sülaleye Türk vatandaşlığı verilmekte. Bu gerçeklerin tümü birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’nin satılık bir ülke olduğu sonucu çıkarılabilir.

Bunların yapılmasının nedeninin Türkiye’yi dönüştürmek olduğu az buçuk aklını kullanabilen herkes tarafından anlaşılmış bulunmaktadır.

Aslında bu konuda Türk halkı bütün gelişmelerin farkındadır. Farkında olmayan, kendisini yöneten ve yönetmeye aday siyasilerdir. Zira on bir yıldır kanayan bu soruna ne iktidar ne de muhalefet inandırıcı bir çözüm üretememiştir. Türk demokrasisinin eksiği de en az yetmiş yıl halkın gerisinde olan ve gereksiz lafları eveleyip gevelemekten başka bir şey yapmayan siyasetçileri halkın önüne koşmasıdır. Aklı başında bir yönetim, ne istediğini bilen bir muhalefet olsaydı sığınmacı sorunu sürüncemede kalmaz, kangrenleşmezdi.

İktidar da muhalefet de hiçbir engelle karşılaşmadan elini kolunu sallayarak Türkiye’nin istedikleri yerine giderek ekmek elden su gölden keyif süren bu güruhlara bilgisizce hep göçmen veya mülteci deyip durmakta. Oysa bunlar “Geçici Koruma Altına Alınmış Sığınmacılardır.”

Eğer bayramlarda ülkelerine gidip tekrar dönebiliyorlarsa, ülkelerinin Türkiye’deki temsilciliklerinde vatandaşlık işlemlerini yaptırabiliyorlarsa, bunların ülkelerinde can güvenliklerinin olmadığına inanmak, aklını gerektiği biçimde kullanma yeteneğinden yoksun olmaktır. Üstelik Suriyeliler için düşünüldüğünde; Suriye’de savaş sona erdi, yönetim de genel af çıkardı ve isteyen her Suriyelinin ülkesine dönebileceğini her altı ayda bir açıklamaktadır.

İpini koparıp gelmiş bir tek kişinin dahi ülkemizde kalmasını haklı kılacak hiçbir sebep yoktur. İç hukukumuz, taraf olduğumuz uluslararası hukuk ve antlaşmalar, BM Güvenlik Konseyi kararları; bunların hepsi ülkemizde bulunan geçici sığınmacıları ülkelerine ya da bize gelmeden önce birinci uğradıkları ülkelere geri gönderme hakkını vermektedir. Hatta iç hukukumuz burada doğanları ve gelenlerle evlilik yapan Türkleri de beraberinde gönderme hakkını verdiği gibi, atlarıyla, eşekleriyle, kamyonlarıyla, otobüsleriyle, uçaklarıyla, botlarıyla, gemileriyle bunları ülkemize sokan insan kaçakçılarına geri gönderme sürecindeki tüm masrafları yükleme hakkını da vermektedir. Ancak AKP iktidarı, bu konuda parmağını dahi oynatmamakla iç hukuku da uluslararası hukuk ve antlaşmaları da çiğnemektedir.

Sözde gelenlerin hepsi Müslüman! Elli altı Müslüman ülke var, Hıristiyan batı dünyası bu ülkelerin insanlarına bir çağrı yapsa alimallah yedisinden yetmişine kimse ülkesinde kalmaz. Üstelik hayatları boyunca da batıya küfredip dururlar. Peki, bu nasıl bir Müslümanlık, nasıl bir insanlık hali?

Birileri bu ülkede bu sığınmacılardan Türk Ordusuna alternatif bir ordu, Türk Milletine alternatif bir millet oluşturmak istiyor mu bilemeyiz ama AKP iktidarı bu sığınmacılarla ilgili sürecin başından beri attığı her adımda suç işlemiştir.

Ülkemiz ipini koparanların deposuna dönmüş ve bu ipini koparanlar ülkemizin kurallarını, kanunlarını, geleneklerini, binlerce yılda oluşturulan insani değerlerini iplemiyorsa;

Ülkemizin ekonomik buhrana girmesinde, nüfusunun yarısından fazlasının aç kalmasında, enflasyonun azmasında, halkın yaşamının cehenneme dönmesinde sığınmacıların payı varsa;

Ülkemizin sınırları korunamıyor ve ülkemiz yönetilemiyor durumdaysa;

Ülkemizin siyasi ve coğrafi yönden istilasının ayak sesleri gün geçtikçe daha çok duyuluyorsa;

Ülkemizin kurucusu Atatürk’ün “… bütün bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. …” deyip Cumhuriyeti emanet ettiği gençler kişisel bekalarını düşünüp ülkeden kaçmaya başlamışlarsa;

Ve bütün bu olanlar karşısında ülkemizin insanı tedirgin ve irrite olup “gelenleri geldikleri gibi göndermek” konusunda bir şeyler yapmak yerine afyon yutmuş gibi olanları izlemekle yetiniyorsa;

Öyleyse bu vefalı topraklar üzerinde onuruyla yaşayarak ölümünü istiklaline feda etmiş namuslu halk o istila günlerini görmeden ülkemiz yansın yıkılsın daha iyi!

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.