Görev hepimizin!

Görev hepimizin!
20.02.2023
A+
A-

Yalnız ve yoksul ülkemin, yaşamı pamuk ipliğine bağlı çaresiz insanları;

Ülkemiz, verimli topraklarıyla, güneşin ezelden beri üzerinde aynı anda yedi iklimi yaşattığı bir tarım ülkesidir.

İkinci Dünya Savaşından sonra ülkemizi yönetenler, ‘Önüne bir tutam ot konmadan iliğine kadar sağılıp kötürümleştirilen inek misali’ ülkeye hiçbir değer katmadan mevcut birikimi tüketmişlerdir. Liyakatsizlik, yurttaşlarımızın her seferinde ve toplu halde, önlenebilir afetlerin enkazı altında kalmaları sonucunu doğurmuştur.

Oysa Cumhuriyetimizin kuruluş ilkeleri, bundan çok farklı bir gelecek tayin etmişti ülkemiz için. Örneğin MTAE gibi bir bilim kuruluşu aracılığı ile depremi oluşturan kırıkların bulunduğu kuşakları tespit ederek, depreme dayanıklı yapılaşmanın ve sağlıklı kentleşmenin yolunu açmıştı. Aynı mantık ile uğruna ölenlerin olduğu bu topraklar üzerinde, tarımı, hayvancılığı en iyi, en yeterli şekilde yapmanın imkân ve koşullarını hazırlamıştı.

Ancak aklı, bilimi ve vicdanı rehber edinmiş o ilkelerden uzaklaştırılan devletin şahsi çıkarların bir aracına dönüştürülmesiyle birlikte, doğa ile uyum içinde yaşamaktan vazgeçildi. Buna rağmen “17 Ağustos 1999 Depremi milat olsun ki aklını kullanan toplumlar gibi depreme hazırlıklı olunacak bir yaşam kuralım” denilmişti. Fakat olmadı. Yine gelen gideni arattı; iktidar mutlaklaştı ardından yozlaştı, kurumları işleten bürokrasiyi devletin olmaktan çıkarıp partisinin militanı yaptı, halkı yoksullaştırdı, cahilleştirdi, kadim kültüründen uzaklaştırdı, sahipsiz ve çaresiz ortada bıraktı.

Bilimin, teknolojinin yerin göğün aynası olduğu bu çağda, Çukurova ve Amik Ovası gibi taban suyu yüksek alüvyal tarım alanlarını imara açmak, göl ve sazlık gibi sulak alanlara, dere yatakları ve akarsu boylarına imar izni vermek, birinci sınıf tarım arazilerinde organize sanayi bölgeleri kurmak, eko turizm veya yayla turizmi adı altında meraları hayvancılığa kapatmak da neyin nesi? Bunlar yapılınca tarım alanları bir daha geri gelmemek üzere elden çıkıyor. Üstelik yapıların inşaat maliyeti de katlanıyor. Sıvılaşmadan dolayı en ufak bir depremde binalar hasar görüyor, yıkılıyor. Tarımın yok olmasının yanında can kayıplarının yaşanması da işin cabası!

Artık yeter! İlahlaştırdıkları bir kişinin arkasına sığınarak halkın başını dertten derde sokan, ülkeyi iflasa sürükleyen, rant ve iktidar düşkünü bu ‘ben yaptım oldu otokrasisinden’ kurtulmadıkça, deprem ve benzeri afetlerden kurtulmanın da imkanı yoktur.

Petrol, doğalgaz gibi kaynakları olmayan ve yüksek teknoloji üretmeyen bir ülkeyiz. Başlıca sermayemiz verimli toprak ve insan varlığımızdır. Dolayısıyla insanlarımızı birer suç batağına dönüşmüş, işsizliğin kol gezdiği, kent olma özelliğini yitirmiş betonarme varoşlara hapsederek ekmeğe muhtaç hale getirmekten vazgeçmeli ve yeniden toprakla buluşturmalıyız. Köylü, çoban, çiftçi geleneğinden gelen bir milletiz. Kimse, ‘ben kırsalda yaşarsam eğitimden, sağlıktan, bilimden, teknolojiden, sosyal ve kültürel yaşamdan koparım’ demesin. Demesin ki Kahramanmaraş Depremleri gerçekten de bir milat olsun. Kırsalda ideal bir yaşam oluşturulabilsin. Devleti arkasına almış rantçılar tohum ekilecek topraklara yıkılması kaçınılmaz rezidanslar dikmesin.

Artık yeter! Patron biziz.

Bilgi sahibi olmayanlara veya bilgisini kötüye kullananlara asla ve asla yetki vermeyelim. Çünkü bu yetki, aleyhimize işleyen fermanlar olarak bize geri dönüyor. Türkiye’de her ilin, her beldenin bir veya birden fazla Amik Ovası var. Dünyada nüfusun ve gıdaya olan ihtiyacın giderek arttığı, gıdaya erişimin de giderek zorlaştığı bir çağda, bu ovalarda bırakın yapılaşmayı, bir çivi çakmak dahi akılsızlıktan öte vatana ihanettir.

On binlerce insanımızın canını almış, kanıyla sulanmış enkazlar bir süre sonra kaldırılacaktır. Yüz milyonlarca ton enkazın, total kimyasal bileşenleriyle kim bilir kaç Çernobil etkisi yaratacağını da unutmamak lazım. Millet olma bilincindeki yurttaşlarımızın depremzedelerin acısına yoğunlaşmasını fırsat bilen iktidarın, bir oldubittiye getirip deprem bölgesindeki şehirleri tekrar fay hatları ya da işin kolayına kaçıp tarım arazileri üzerinde yalap şalap inşa etmeye başlaması mümkündür. Oysa yeniden kurulacak bu şehir ve beldelerin nerede, nasıl inşa edileceğini, enine boyuna ele alacak bütün tarafların bilgisiyle, katkısıyla karar verilmesi gerekiyor.

Bunu sağlamak bizim elimizde. Biz halkız. Çağımızın bilgi ve teknolojileri bütün afetlerin öngörülebilir olduğunu kanıtlamıştır. Yapmamız gereken şey; afetlerin öngörebildiği, zarar verme riskinin azaltıldığı mümkünse sıfırlandığı, yolsuzlukların yapılmadığı bir düzen kurmaktır. Hemen bugün yapmamız gerekense deprem bölgesinde inşa edilecek konut veya başka yapıların tarım arazilerine, meralara, deprem kırıkları üstüne yapılmasına kesinlikle izin vermemek. Bu hepimize düşen bir görevdir.

  • Önder Gümüş/20 Şubat 2023
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.