GIDA ENFLASYONU

GIDA ENFLASYONU
02.02.2021
A+
A-

Bir gıda enflasyonu tartışmasıdır gidiyor memlekette. Gecelerin gündüzlere karıştığı bu salgın döneminde her konuda ahkâm kesip mangalda kül bırakmayan bunca çiftçi, ziraatçı, iktisatçı, işletmeci, akademisyen, gazeteci ve yöneticinin nutuklarıyla uyuyor, uyanıyoruz.

Hâlbuki bunu anlatabilmek o kadar kolay ki!

Türkiye’de bugün yükselişi durdurulamayan bir gıda enflasyonu yaşanıyorsa, bunun sebebi esnaf değil iktidarın kendisidir; yanlışın da ötesinde bilerek ve isteyerek uyguladığı tarımı yok etme politikasıdır.

Bu kadarını bile halkına anlatamayan siyasi muhalefetin iktidar olabilmesi, sivil muhalefetin de onunla birlikte halkı aydınlatabilmesi ne kadar mümkündür?

Gıda fiyatlarının neden yükseldiğini anlamayacak ne var?

– Tarım ürünlerinde ithalatın ikame edilmiş olması, ülkemizi tarımsal üretim yapmaktan alıkoymuştur. Sadece tüketmek amacıyla yapılan gıda ithalatı, tarımsal üretimin düşmanıdır. Türkiye’de çiftçi desteksiz bırakıldığı için üretim yapamamakta, yoksullaşmakta ve toprağını terk etmektedir. Ülkemizin gıdada ithalata bağımlı hale gelmesi ve gıda fiyatlarındaki artış, bu on dokuz yıllık iktidarın siyasi tercihidir.

Türkiye, Japonya değil ki bir kiloluk teknoloji ile bir kamyon tarım ürünü alsın, Suudi Arabistan değil ki Allahın gani gani verdiği petrole dayasın sırtını, “Tarım mahsulleri üretmesem de olur” diyebilsin! Bir tarım ülkesi olması Türkiye’nin kaderidir; teknolojinin feriştahlığına da yükselse, maden ve enerji kaynaklarının üstünde yüzüyor da olsa tarımı güçlü bir şekilde ekonomisinin temelinde tutmayı ilelebet sürdürmek zorundadır.

– Planlı bir üretimin olmayışı arz talep dengesinin bozulmasına neden olmaktadır: Kimi zaman yetersiz üretimden dolayı fiyatların yükselmesine ve şimdiki gibi hükümetlerin bunu fırsat bilerek derhal ithalata yönelmesine, çoğu zaman da yapılan üretimin heba olmasına yani ürünün tarlada kalmasına sebep olmaktadır.

– Tohum, fide, fidan, ilaç, gübre, sulama, elektrik, mazot, işgücü gibi tarımsal girdilerin fiyatı hızla artarken, çiftçinin ürettikleri kendi maliyetini amorti dahi edememekte, hatta her yıl eksiye düşmektedir. Yani çiftçi zararına üretim yapıyor.

– Hükümetin beslemesi müteahhit çeteleri, iktidarın oluruyla otoyolların, köprülerin, tünellerin, havaalanlarının başını tutmuş, Deli Dumrul misali geçenden de geçmeyenden de para aldığından, tarım ürünleri de bu acayip nakliye organizasyonundan fazlasıyla nasibini alıyor.

– Neoliberal sistemin son sömürü araçlarından olan zincir marketler, Türkiye’de tekel kurmuş durumdalar. Market tekeli, sahipsiz, örgütsüz ve güçsüz kalan çiftçiye karşı daha acımasız davranabiliyorlar. Doğrudan ve istediği fiyattan tarladan alım yaparak, kim bilir belki de denetim gücünü yitirmiş devletin kontrolüne takılmadan taşıdığı ürünü, yine istediği fiyattan tüketiciye sunmaktalar.

Esnaf mı dediniz? Hem acıdır hem ayıptır söylemesi ama esnafımız market katarlarının ardından nal toplamakta, bilemedin sinek avlamaktadır! Çiftçi ne durumdaysa esnaf da artık aynı hali pürmelalindedir!

Tarımın bu kısmı sizi boğduysa, diğer bir kısmına geçelim isterseniz: 

Hani bir insanda davranış bozukluğu olduğunda davranış bilimciler o kişinin “Geçmişine hatta çocukluğuna gidilmeli” derler ya! Toplumların, devletlerin de öyle. Enflasyon bir yönetişim bozukluğudur. Sadece enflasyon da değil, her konuda Türkiye’nin kendini tüketmeye, yok etmeye yönelmesinin nedenini biraz da onun geçmişinde aramamız yanlış olmaz.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan kısa bir süre içinde birinci sanayi devrimini tamamlayıp uçak, traktör ve benzeri pek çok teknolojiyi üretebilir hale geldi. Lakin kuruluşuna ve gelişmesine karşı olan muhalefetteki mandacılar, padişahçılar, hilafetçiler Atatürk’ün ölümünden sonra ağababaları Amerika ile ikili ilişkiler adı altında yapılmasını dayattıkları anlaşmalarla, Türkiye’nin kendisini ileri bir ülke seviyesine çıkaracak bu teknolojik üretimlerden el çekmesinin yolunu açtılar.

Demokrat Parti 1950’de iktidar olur olmaz teknolojinin üretiminden vazgeçip ithalata yöneldi. Mazereti, halkı kandırmaktan ibaret anlaşılabilir basitlikteydi; “Ürettiğimiz şeyi daha ucuza dışarıdan alabileceksek neden üretelim ki” söylemiydi.

12 Eylül Darbesiyle mıntıka temizliği yapıldıktan sonra Türkiye’nin tarımdaki üretkenliğine son vermek amacıyla 1983’te Anavatan Partisi  iktidara getirildi. O da aynı söylemle üretim yapmamayı ve her şeyi ithal etmeyi iyi bir marifetmiş gibi politikalarının merkezine aldı. En büyük ihaneti ise özelleştirmeyi başlatmasıydı.

İşte Türkiye’nin geçmişine baktığımızda, bugünkü sapmaların kaynağını teşkil eden o politikaları görüyoruz. Yani Demokrat Parti ve Anavatan Partisi iktidarlarıyla sanayide, teknolojide, tarımda dışa bağımlı hale getirilen Türkiye, AK Parti ve ortakları tarikatların politikalarıyla da çöküşe sürüklenmektedir.

Tarımla uğraşmak bir açıdan kumar oynamaya benzer. Çiftçilik, doğanın çok ihtimalli kestirilemeyen oyunlarına karşı oyun kurmayı gerektiren bir meslek grubudur ve doğanın iklim koşullarına karşı bu kumarı halk adına oynar. Çünkü halk için üretimde bulunur. Bunun içindir ki bütün gelişmiş ülkeler, tarımı sübvanse eder. Örneğin Avrupa Birliği ortak fonlarının yarıdan fazlası üye ülkelerin tarımına destek olarak verilir. Türkiye ise beşli çete denen müteahhit grubuna verdiğini dahi ne yazık ki kendi çiftçisine vermeyebiliyor.

Aslında tarımda gelişmiş ülkelerin yaptığını Türkiye kurduğu tarım satış kooperatifleri ve tekel gibi kurumlarıyla yapıyordu. Kooperatifler, çiftçinin ürettiğinin tamamına alım garantisi veriyor ve tartışmalı da olsa gerçek fiyat üzerinden alım yapıyordu.

Tekel, işleyebileceğinden fazlasını yaksa bile tütün üreticisini mağdur etmemek amacıyla üretilen tütünün tamamını alırdı. Fabrikalarında on binlerce istihdam sağlardı. Kooperatif birlikleriyle birlikte bu istihdam milyonları bulmaktaydı. Çiftçi kazanır, işçi kazanır, ülke ekonomisinin çarkı fevkalade dönerdi.

Özelleştirme ile tarımdan madenciliğe onlarca işkolunun yüzlerce fabrikası arazileriyle birlikte yandaşlara peşkeş çekildi, rant kapısına dönüştürülen o geniş alanlara apartman yapıldı. Kazanan bütün Türkiye’de bir avuç yandaşken, kaybeden bütün Türkiye oldu.

Bugün seksen üç milyon Türk vatandaşı kendi çiftçisine değil, başka ülkelerin çiftçisine para kazandırıyor. Dün Türk çiftçisinin ürettiğine ‘pahalı’ diyenler, bugün yabancı çiftçilerin ürettiğini ondan daha pahalıya satın almak zorunda kalıyor. Özelleştirme ihanetinin altındaki bu çelişkinin kötü sonuçlarını yaşıyoruz bugün hep beraber.

YORUMLAR

  1. Erdem Saker dedi ki:

    Konya ovasindan biraz buyuk Hollanda tarim urunleri zengini, gecen yilki tarim ihracaati 98milyar dolar…tarim yapanlarin%97si kooperatif catisi altinda uretim yapiyor…