Atatürk’ün partisinde neoliberal oyunlar

Atatürk’ün partisinde neoliberal oyunlar
17.09.2021
A+
A-

Küreselleşme süreci bütün hızı ile devam ederken bu akıma bağlı çeşitli ideolojiler de dünya kamuoyuna yansımakta ve bu doğrultuda neoliberalizm ile çok kültürcülük gibi yeni akımlar da öne çıkarak etkin olmaktadır. Türkiye bir orta dünya ülkesi olarak doğudan batıya,  batıdan doğuya,  kuzeyden güneye ya da güneyden kuzeye doğru esen rüzgarların etkisi altında kaldıkça,  var olduğu merkezi alanın tam ortasında her dönem bir başka rüzgar ile uğraşmak zorunda kalmakta ve zaman zaman değişen rüzgarların karşı karşıya gelmesiyle birlikte  büyük jeopolitik fırtınalara sahne olmaktadır. Dünya sahnesinde ortaya çıkan bütün siyasal gelişmeler ister istemez kendiliğinden merkezi alana doğru yansımalar göstermekte ve bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyetini hedef almaktadır. Bu nedenle her dönem Türkiye birbirinden çok farklı çeşitli siyasal senaryolara maruz kalmaktadır. İnsanlık tarihi incelendiği zaman,  bu gibi durumların çeşitli örnekleri ile karşılaşmak mümkün olabilmektedir.

Türk siyasal alanına bakıldığı zaman inişli çıkışlı dönemlerin birbirini izlediği görülmektedir. Her dönem diğerlerini etkilemekte,  böylece geçmişten gelen dönemsel olgular birbirini izleyen zaman süreci içinde bir süreklilik ortaya koyarak,  Türk devleti ile toplumunu etkileyerek yönlendirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti siyaset çevreleri bu tür oluşumları izleyerek,  değişen koşullarda ayakta kalabilmenin çabalarını gösterirken,  ister istemez dönüşümlere ayak uydurabilme doğrultusunda değişiklikleri de birbiri ardı sıra yapmaya çaba göstermektedirler.

Son dönemde Türkiye siyaseti yeniden biçimlenirken ve yaz döneminde bir mafya liderinin video gösterileri ile Türkiye’de bitmiş olan siyaset yönlendirilmeye çalışılırken,  tam bu aşamada şarkıcı ve gazeteci kimliği ile ortada gezen bir eski milletvekili,  parlamentoya girdiği partiyi ve onun yönetimini suçlayarak,  yeni bir tartışmayı Türk kamuoyunda başlatmaya çalışmıştır. Çeşitli basın ve medya organlarında yer alan bu Issık Göl Platformu üyesi,  kendine göre uluslararası politikacılık yaparken ortak hareket ettiği Garbaçov isimli antisosyalist politikacı gibi, batı blokuna yakın durarak yaranmaya çalışırken, Türkiye’de de benzeri bir batıcı oluşumu, sağa kayarak ve Türk devletini kurmuş olan Atatürk’ün partisini karşısına alarak yapmaya çalışmıştır. Atatürk sonrasında birkaç kez lider değiştiren cumhuriyetin kurucu partisinin sondan bir önceki genel başkanını açıkça hedefe oturtarak, onun üzerinden Atatürk’ün partisini haksız suçlamalar ile eleştirerek,  kendisine göre Türk siyasetine yön vermeye çalışmıştır. Yüz yıllık cumhuriyet döneminde Türkiye’de devlet ile birlikte bütün kurumlar eskirken, Atatürk’ün Türk ulusuna verdiği direktifler doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetinin sonsuza kadar yaşayabilmesi için mücadele edenlerin ayakta tuttuğu devlet kuran partinin, diğer partilerden ayrılan bu yönü dikkate alınmadığı durumlarda, ülkeye ve Türk ulusuna ciddi biçimde haksızlık yapılmakta ve her şeyin bittiği bir noktada işe sıfırdan başlayarak, çağdaş uygarlık düzenine uygun modern devlet yapılanmasının savaş sonrası kuruluş döneminde Türkiye’de gerçekleştirilmesinde, ana gövde olarak hareket eden kurucu partinin, tarihe mal olan özverili yönleri unutulmadan Türkiye’yi yaratan kuruluş  birikimi bugün ele alınamaz.

Normal koşullarda eleştirilerin ötesine giderek  bir partiyi açıktan karşıya almanın doğru olmayan bir tavır olarak görülmesi gerekirken, siyaset sahnesinde var olan tartışmalara ek olarak farklı çizgide bir yapay tartışma sahnesi yaratarak, Atatürk’ün partisini gerici olmakla suçlamak ve bu doğrultuda eski genel başkanlardan birisini dayanak noktası yapmak  gibi bir girişimin, pek de Issık Göl platformculuğuna yakışan bir tutum olarak görülmesi mümkün olmaması gerekirken, böylesine bir tutum komünist düzenin yıkıcısı Garboçov’un yoldaşından gelince, bu konu üzerinde durmak ve yöneltilen suçlamalara yanıt vermek gerekmektedir. Küresel emperyalizm doğrultusunda Garboçov’un başkanı olduğu devleti ortadan kaldırması gibi bir durumun, bugün Türkiye Cumhuriyeti için de söz konusu edilmeye başlandığı bu aşamada, ulusal hassasiyetlerin yeniden ortaya konulması gerekmektedir.

Issık Göl platformunun temsilcisi Türkiye’ye dışarıdan bakarken, neler gördüğünü bir basın mensubuna anlatmıştır. Röportaj tekniğinde yapılan bu görüşmenin içeriği incelendiği zaman eski genel başkanın tavırları üzerinden Atatürk’ün partisinin hedef olarak ele alındığı ve böylece ulusal kamuoyu önünde devlet kuran partinin siyasal anlamda yargılandığı görülmektedir. Türkiye’deki bir mafya temsilcisinin eski genel başkan ile ilişkiler kurması ve daha sonradan bu durumun bir başka mafyacı tarafından gündeme getirilmesi, aslında son dönemdeki yeraltı dünyası ile siyaset sahnesindeki  gizli ilişkiler ağının fazlasıyla yayılarak genişlediği gibi bir durumun öne çıktığını göstermektedir.

Böylesine bir olumsuz duruma doğal olarak siyaset sahnesinden belirli eleştiriler ve karşı çıkışlar gelmesi de normaldir. Ne var ki, böylesine bir durumu bahane ederek, Atatürk’ün partisine haksızlı yapılması, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi çevreler tarafından hoş görülemeyecek yeni bir durumu öne  çıkardığı için  bu gibi konularda ilgili kamuoyu temsilcilerinin görüşlerini açıklaması ulusal kamuoyunun doğru çizgide oluşumu açısından önem taşımaktadır. Eski genel başkanın istifa ettikten sonra iktidarla gizli ilişkiler kurarak teslim olduğu ve bu doğrultuda Atatürk’ün partisini manüple ettiğine dair söylentiler dile getirilirken, eski bir milletvekili olan şarkıcı – yazar, kesin bir hesaplaşmanın gerekli olduğunu söyleyerek, Atatürk’ün partisini sol görünümü verilmiş bir sağcı  parti olmakla suçlamaktadır.

Kendisini milletvekili yaparak meclise sokan eski genel başkan üzerinden Atatürk’ün partisine sol görünüm verilmiş bir sağcı parti tanımı yapmak çok ağır bir eleştiri olarak göze çarpmaktadır. Ne var ki, böylesine ağır bir eleştiri yapmak gibi  olumsuz bir tutuma yönelen bir neoliberal sanatçının, küresel emperyalizmin baş ideolojisi olan neoliberalizm çizgisinde hareket ederek  böylesine karamsar bir sonuca vardığı ortaya çıkmaktadır. Hiç bir liberal hareket ya da partinin etkili olamadığı Türk siyasetinde neoliberalizmi gizlemek üzere, Kemalist partinin sağcı ya da sol görünüm vermekle suçlanması üzerinde de durarak böylesine bir haksızlığın önü kesilmelidir.

Avrupa ülkelerinin öncülüğünde Türkiye’de bir demokrasi konferansının yapılmasından sonra Türklerin ve Kürtlerin sol alanda  yollarının ayrıldığı, insan hakları ve demokrasi gibi çağdaş ilke ve kavramların dışlandığı ve bu yüzden de Türkiye’de siyasal alanda bir toparlanma yapılamadığı söylenirken Atatürk’ün partisinin demokrasi ve insan hakları çizgilerinden uzaklaşarak gerici bir parti olmaya doğru gittiği, bu söyleşide haksız yere ileri sürülmüştür. Türkiye’de sosyal demokrasi çizgisinin aktörü olarak devlet suçlanırken Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş döneminden gelen Kemalist modeli görmezden gelinmekte ve batı tipi sosyal demokrat bir yaklaşım içinde devlet karşıya alınarak, devletin kontrolü altındaki devletçi bir yaklaşım dışlanırken Atatürk’ün altı okundan gelen devletçilik anlayışı yokmuş gibi hareket edilerek, neoliberalizm dolaylı olarak dile getirilmektedir.

Avrupa ülkelerindeki sosyal demokrasi hareketlerinin toplumsal tabanı işçi ve emekçi kitlelerden gelmesine rağmen Türkiye’deki sosyal demokrat açılımın tabanında ulusal kurtuluştan gelen mazlum halk kitlelerinin bulunduğu görmezden gelinmektedir. Atatürk Rusya’daki Narodnik hareketten yararlanarak Türkiye’nin özel koşullarına uygun bir halkçılık anlayışını geliştirirken, batı tipi sosyal demokrasiye karşı mesafeli davranılmıştır. Hatta daha da ileri giderek Türkiye’de Ulusal kurtuluş savaşı sırasında kurulmuş olan Sosyal Demokrat Parti kapatılmıştır. O zaman batılı emperyalistlerin kontrolü altında olan sosyal demokrat hareketlere karşı, Atatürk ulusalcı ve halkçı bir yol izleyerek Kemalizm’in yolunu açarken, o dönemin koşullarında liberal politikaları savunan liberalizme ve bu gibi politikaların savunulduğu Sosyal Demokrat Parti’ye de açıktan karşı çıkıyordu.

Neoliberalizm çıkmazına saplanmış bir eski milletvekili Kemalizm ve Atatürkçülük gibi Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş çizgilerini görmezden gelerek Atatürk’ün partisini sağcılık ve devletçilik ile suçlarken, kendi neoliberal çizgisini ihmal etmeyerek, Atatürk’ün ortaya koyduğu Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sistemini  gerektiği gibi görmekten ve değerlendirmekten kaçınarak, Türkiye’de gerçek anlamda solculuk yapılmadığı ve yaptırılmadığı gibi bir suçlamayı, gene neoliberal çizgisinin doğal sonucu olarak gerçeklere aykırı bir çizgide dile getirmektedir. Batı emperyalizminin neoliberalizm ideolojisini batı dünyası dışındaki ülkeleri kontrol etmek üzere kullandığını burada belirtmekte yarar vardır.

Hazar kökenli bir eski politikacıyı Ankaralı, sünni, sağcı ve tutucu  olmak gibi tasnifler üzerinden köşeye sıkıştırarak, tarihsel yanılgı tezleri üzerinden I970’li yılların ortalarında kurulmuş olan CHP-MSP koalisyonun hazırlayıcısı olmayı bir suçmuş gibi gündeme getiren  şarkıcı-yazar, Müslümanlar ile laikler arasındaki işbirliği yada ulusal dayanışmayı görmezden gelerek, kurucu parti eski başkanını Kürtleri,  Alevileri ve ezilenleri sevmemek gibi olumsuz bir yaklaşım ile suçlayarak ve partinin sahip olduğu toplumsal taban ile parti merkezini karşı karşıya getirerek, ülke genel seçimlere doğru giderken batı liberalizminin desteklediği Türkiye’deki dinci liberal partinin  desteğini artırmak gibi bir dolaylı politik oyun, medya üzerinden oynanıyormuş gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Hem silahlı mücadeleye karşı kitaplar yayınladığını hem de solculuğunu ispatlama çabası içinde dağa çıkmayı savunan silahlı eylemlerin içinden gelen kişilerle arkadaş olduğunu söyleyen bu kişinin, böylesine çelişkili cümleler kullandıktan sonra terörizm ile uğraşırken karşı çıktığı devlet olgusu üzerinden sosyal demokrasi dersleri vermeye kalkışması da  , bu röportajı okuyan kişilerin gülmesine neden olmaktadır.

Solculuk ile terörizmi karıştıran kişiler yüzünden Türkiye askeri darbelerden  kurtulamazken, devleti kurmuş olan siyasal parti bu doğrultuda birçok haksız eleştiri ve saldırılara hedef olmaktadır. Sivas olayları sırasında devlet kurumlarının hataları ve eksik kalan yönlerini dile getirirken,  gene devleti kuran partiyi ve devletçi zihniyeti karşısına almaktan çekinmeyen bu küreselci neoliberal gazeteci, neredeyse sokak olaylarının sorumluluğunu da kurucu partiye yönlendirerek  kuruculuk ile yıkıcılık arasında farklı bir bakış açısıyla açıklamalar yapmaya  çalışmaktadır. Devletçiliği küçümseyen bir tutum ile bu konular  açıklanırken, o dönemde var olan hükümet değil, muhalefetteki bir parti geçmişten gelen kuruculuk kimliği küçümsenerek  suçlanmak istenmektedir.

Son dönemde Türkiye’de çok tartışma konusu olan tarikatlar ile ilgili olarak, İslamcı hareketin tartışma konusu yapılması, bu harekete öncülük yaptığı ileri sürülen gazeteci kökeninden gelen partinin üçüncü genel başkanı suçlanırken, eksik bir tutum izlenmekte  ve partinin eski genel sekreterinin hem devlete musallat olan tarikat ve önderi ile birlikte, bu tarikatı devletin kamu kuruluşlarına yerleştiren gazeteci genel başkanı aynı dönemde ele alarak, ikisinin birden istedikleri yerlere getirilmesi işlerini hedefe ulaştıran Kasım Gülek gibi batı dünyasının temsilcisinin  yaptıkları görmezden gelinmektedir. Müslüman tabanın temsilcisi olan parti ile koalisyon kurmanın İslamcılık olmadığını zaman içinde gören Türk milletinin, daha sonraki aşamada ABD tarafından kurulmuş ve dünya ülkelerinde yaygın bir biçimde örgütlenmiş olan  yeni bir neo-nurcu tarikatın öncüsü,  kurucusu ya da koruyucusunu bir yana bırakarak, sürekli olarak aynı genel başkanı eleştiri konusu yapmak gibi bir sübjektif tutumu görmezden gelmek yanlışlığına bu aşamada düşmemek gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyetinin ikinci adamı olan bir eski cumhurbaşkanının oğlunun fizik laboratuvarından çıkarılarak başbakan yardımcılığına gelmesini Madımak olayları ile değerlendiren  bu sanatçı yazar, kendi pazar ve piyasa koşullarını düşünerek hareket ederken, bu eski gazeteci genel başkanın başbakanlık yaptığı sırada İslamcılık akımını bu yeni yetme tarikat üzerinden devletin başına musallat ettiğine dair bir değerlendirmeler yapılırken, Atatürk ilkeleri ve devlet kurucu partinin İslam coğrafyası içinde ilk laik devleti örgütlediğini unutarak tek yanlı bazı değerlendirmelerin gündeme gelmesine aracı olmuştur. Ayrıca eski bir parti genel sekreterinin İslamcı partinin İstanbul belediye başkanı adayı olmasını da partinin İslamcılık akımına yakınlığı çizgisinde ele almaya çalıştığı görülmektedir. Devlet kuran partinin gerçek anlamda bir sol parti olmadığı, gerçek anlamda sol partilerin önünü kesmek üzere ulusal bir misyon ile yönlendirildiği suçlaması yapılırken, partinin liberalleşmesine aracı olan eski gazeteci ve mülkiyeli genel başkanların göreve getirildikleri ileri sürülmektedir. Neoliberalizmin devlet düşmanlığı çizgisini gene sürdürmek isteyen yazar politikacı, parti genel başkanlarının sürekli olarak sağcı ve dinci çevrelerle iç içe  gizli saklı ilişkilerini yürüttüklerini  söyleyerek, Atatürk’ün partisini iki yüzlü bir çizgi izlemekle ve gizli yürütülen sahteci tutumlar ile  suçlamıştır. Muhalefet yıllarında verilen sözlerin daha sonraları iktidara gelindiği aşamada unutulduğu ve bu durumdan da partinin yönetiminin sorumlu bulunduğu dile getirilmiştir.

Atatürk’ün partisini ulusalcı olmakla suçlayan müzisyen sanatçı, milletvekili olduğu dönemde parti yönetimi ile ters düştüğünü, kendisine daha önceleri verilen sözlerin hiç birisinin tutulmadığını  ve partinin giderek sağa doğru kaydığını dile getirirken, parti yönetimini  açıktan sözlerini yerine getirmemekle suçlamaktadır. Bu partinin giderek sağ uçtaki milliyetçi partinin çizgisine doğru kaydırıldığını ve bu yüzden istifa ederek partiden ve siyasetten çekilmek zorunda kaldığını açıkça dile getirmektedir.

Güneydoğu halkına verilen sözlerin de tutulmadığı ve onlara Avrupa çizgisinde bazı hakların tanınması gerektiğini söyleyerek, partinin giderek sağ partiler çizgisine çekildiğini dile getirmektedir. Partinin giderek sağ çizgiye çekilmesi süreci içinde kendisinin milletvekili yapılarak parlamentoya sokulmasını ise, kendi şarkılarının halk kitleleri tarafından fazlasıyla söylenmesine bağlayarak, ilerici kesimlerin sanatçısı olduğu için partinin vitrininde kendisine yer verildiğini, açıkça belirterek parti yönetimini bu durumdan yararlanmakla suçluyordu. Bir anlamda siyaseten devre dışı bırakıldığı aşamada geçmişten gelen siyasal hırslarını yatıştırmak üzere, bütün suçu partinin o zamanki genel başkanına atarak  kendisini rahatlatmaya çalıştığı görülmektedir. Bir dönem iki parti dışındaki tüm partilerin barajı geçemeyerek meclis dışı kalmaları durumunda, Atatürk’ün partisinin tek başına ana muhalefet partisi konumuna geldiğini ve böylesine bir durum içinde partinin sol kimliğini unutarak, tam anlamıyla bir sağ parti konumunda hareket etmeye başladığını ve böylesine bir aşamada  genel başkanın geçmişte vermiş olduğu sözlerin hepsini unutarak hareket etmeye başladığını ve bu yüzden kendisinin istifa etmek zorunda kaldığını açıkça ifade ederek, partinin böyle bir duruma düşürüldüğünü anlatmaya çalışmıştır.

Neoliberal çizginin temsilcisi  bir siyaset adamının partinin çelişkili bir çizgiye sürüklenmesine karşı tepkisini ortaya koyduğunu anlatmaya çalışmıştır. Sol kamuoyunda kendi şarkılarının fazlasıyla dile getirilmesi yüzünden kendisine milletvekilliği teklif edildiğini söyleyerek, bunun sorumluluğunu da parti genel başkanına atarak açıklamıştır.

İki binli yılların başında Türkiye iki partili demokrasiye mahkum edilirken iç ve dış güç merkezleri arasındaki gerginliğin en üst noktaya erişmesi aşamasında, milletvekili olması engellenen ılımlı İslam çizgisinin çoğunluğu elde eden partisinin genel başkanının meclise girebilmesi için bir siyasal anlaşmaya olan gereksinme doğrultusunda, iktidar partisinin lideri ile ana muhalefet partisinin genel başkanının  el sıkıştığı gizli görüşmede Atatürk’ün partisinin genel başkanının bazı özel tavizler verdiğini ve bu doğrultuda iktidar partisinin önderi ile bir yakınlaşma içine girerek daha sonraki yıllarda da bu yakınlığın çeşitli vesileler ile devam ettirildiğini söyleyen sanatçı yazara göre ana muhalefet partisi lideri iktidar partisinin üstlenmiş olduğu yeni misyon olan ılımlı İslam düzeninin kurulmasında ciddi muhalefet yapmayarak, bazı istekleri ve planları doğrultusunda iktidar partisinden yardım ve destek talebinde bulunmuştur.

Gazeteci genel başkan ABD emperyalizminin işbirlikçisi tarikatı devletin tepe noktalarına taşırken, ondan sonraki genel başkan da yeni iktidar partisinin genel başkanını meclise taşırken, aynı zamanda kendisi için bir siyasal gelecek projesini dile getirerek, kendisinin kabul ettiği ek seçim aracılığı ile iktidar partisi genel başkanının milletvekili yapılmasının karşılığı olarak, kendisi için gelmekte olan yeni dönemin cumhurbaşkanı adayı olabilmesinin önünü açmak üzere anlaşmaya varıldığı öne sürülmektedir. Beylerbeyinde yapılan gizli anlaşma ile  iktidar partisinin liderinin meclise girmesinin sağlanması üzerinden gelecek için bir cumhurbaşkanlığı pazarlığı yapılmış ve ana muhalefet partisinin bu gibi bir hareket ile laikliği savunmayı bırakarak gelecek için siyasal İslamcılarla anlaşma yoluna gitmesi, ülkede İslam devletine doğru gidişin önünü açmıştır. İktidar partisinin lideri ile anlaşma yoluna giden ana muhalefet partisinin liderinin, daha sonraki aşamalarda bazı mafya örgütlerinin temsilcileri ile de bazı ticari çıkarlar doğrultusunda bir araya gelmesi de benzeri bir çizgide devlet kuran partiyi, çıkar politikası yapan genel başkanı yüzünden  zor durumlara düşürmüştür. Daha önceleri basına yansıyan Antalya’da bir deniz kenarı koyun sahipliğini devralan ana muhalefet liderinin bu tür ilişkileri zaman zaman basında yer almıştır. Mebus olmanın akçalı işlerde dokunulmazlık sağlamasından yararlanan siyasilerin bu gibi yollara çıkar için başvurmaları, rejimi derinden sarstığı gibi aynı zamanda devleti de hukuk çizgisinden çıkarıyordu.

Atatürk’ün partisinin bundan önceki başkanı bir Amerikan komplosu ile istifa ederken, hiç gereği olmadığı biçimde okyanus ötesi dünyada yaşayan neo-nurcu tarikat önderine teşekkür etmek ihtiyacını hissetmiş ve istifa metninde Pensilvanya eyaletindeki tarikat merkezinden dünyayı yönetmeye çalışan hoca efendiye teşekkür etmiştir. Devleti kurmuş olan partinin uzun süre genel başkanlığını yapmış Amerikancı bir politikanın izleyicisi olmasına rağmen, bir ABD komplosu ile istifa etmek zorunda kalan uzatmalı doçent kimliğindeki  genel başkanının ülkedeki emperyalist işgal düzenine karşı çıkacağına,  bu bağımlılık düzeninin din aracılığı üzerinden temsilcisi konumundaki  tarikatçı önderinin hegemonyasını kabul ederek bu durumdan yararlanmaya çaba sarf eden devlet kuran partinin genel başkanının, Atatürk’ün antiemperyalist yolundan giderek ülkesine sahip çıkması gerekirken, durduk yerde okyanus ötesi hoca efendi senaryosuna uygun hareket ederek, özür diler gibi mesaj göndermesi bağımsızlık uğruna savaşarak şehit olan Türk ulusunun ölümsüz evlatlarına saygısızlık olarak ele alınması gerekirken, emperyalist sermayenin batı emperyalizmine teslim olması Türkiye’nin yeniden yarı sömürge bir devlet durumuna düştüğünün açık bir göstergesi olarak öne çıkmaktadır.

İktidar partisinin lideri olan bir siyasetçiyi kurtarmak üzere bu kadar fazla tavizin verilmesi, cumhurbaşkanlığı konusunda bir söz alınmasını gündeme getirmiş ve iki lider bu çizgide el sıkışarak ana muhalefet liderinin isteği doğrultusunda bir antanta varmışlardır. Eski genel başkanı bu yönde eleştiren gazeteci – sanatçı, siyasal çıkmaza saplanmış olan iktidar partisinin önünü açmak için ana muhalefetin teslimiyetçi bir tavır içine girdiğini ortaya koymuştur. Bazı milletvekillerinin bu duruma karşı çıkarak isyan etmeleri üzerine, bu kez de iktidar partisi  yönetiminin ana muhalefet önderini kurtarma çizgisinde davrandığı  görülmüştür. Cumhurbaşkanlığı konusunda verilen sözün tutmayacağı daha o zamanki koşullarda belli olmasına rağmen, rüya aleminde gezen ana muhalefet lideri  cumhurbaşkanlığı hayalleri görerek ama devletin en üst makamının ılımlı İslam projesi çizgisi yönünde diktatörlük yapılanmasına dönüştürüldüğünü görmek istemeyerek sırtını dönmüştür.

Cumhurbaşkanlığı hayalleri ile kendini avutan siyaset bilimcisi genel başkan, iktidar partisinin uyguladığı okyanus ötesi proje doğrultusunda sertleşmeye başladığı dönemlerde  laiklik ilkesini koruma görünümünde zaman zaman sert muhalefete yönelmiş ama siyasetin iplerini baştan karşı tarafa kaptırdığı için sertleşme eğilimleri ile gerektiği gibi sonuç alamamış ve hem partisinde hem de partinin tabanındaki güvenilirlik konumunu elinden kaçırmıştır. İktidarın uyguladığı ılımlı İslam ya da Büyük Orta Doğu projeleri sonuçlandırılmaya çalışılırken, ana muhalefet partisi bu duruma karşı  çıkarak ve Atatürk’ün partisi olarak ortaya yeni bir Kemalist plan ya da program koymamıştır. ABD’de eğitim görmüş olan siyaset bilimci genel başkan, Amerikan sosyolojisinin kafa karıştıran teorileri arasında bir şeyler yapmaya çalışırken iyice kafası karışmış ve yeni dünyayı tanıyarak anlamakta gecikerek alternatif politikalar üretememiştir.

Türkiye’nin bir ulus devlet olarak varlığını koruması ve geleceğin dünyasının yeniden yapılandırılması sırasında, Türk devletinin tam ortasında yer aldığı merkezi coğrafyanın gelecekteki yeni düzeni konusunda, Türk devletinin ulusal çıkarlarına uygun bir alternatif yapılanma modelini geliştirmek Atatürk’ün partisinin milli görevi olmasına rağmen, cumhurbaşkanlığı hayalleri içinde uçan bir ana muhalefet önderliğinin teslimiyetçi tutumu yüzünden , böylesine bir alternatif çalışma ortaya konulamamıştır. Batıdan gelen emperyal rüzgarlara kapılma noktasında ana muhalefet liderinin tavrının iktidardan çok farklı olmadığı düşüncesiyle, bu eski milletvekilinin  Atatürk’ün partisinden istifa ettiği söz konusu röportajda açıkça vurgulanmaktadır.

Parti genel başkanının kişisel çıkarları uğruna istismar ettiği ana muhalefet partisinde yıllarca kullanılan  parti liderinin misyonu tamamlanınca özel hayat videolarıyla istifaya yönlendirilmesi üzerine, ilgili genel başkan hiç direnmeyerek ve Pensilvanya’ya teşekkür ederek siyasal alandaki görevinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Kişisel çıkar hesapları belirli şantajlarla gerçekleştirilmeye çalışılırken, Türk devletinin ekonomik olarak çöküşüne yol açan özelleştirme programı meclisten geçirilmiş ve Türk egemenliğinin kısıtlanması anlamına gelen bu yok edici programa ana muhalefet karşı çıkmayarak, Türk ulusunun egemenliğinden büyük bir taviz verilmesine seyirci kalmıştır.

Oy veren insanlar, Türk ulusunun seçmenlerinin çaresizliği ile siyasal önderlerin kişisel çıkarları uğruna kullanılma noktasına gelindiğini görmüştür. Her önüne gelenin kişisel çıkarları için siyaset kadroları ile pazarlığa kalkışması demokrasi ile yönetilen bir ulus devlette, halkın çoğunluğuna kötü örnek olurken, zamanla demokrasinin yozlaşması gibi olumsuz durumların ortaya çıkmasına ve zamanla demokratik yönetim mekanizmalarının bozularak otoriter dikta rejimlerine giden yolların açılmasını beraberinde getirmektedir. Siyasal kadroların gelmiş oldukları pozisyonları korumak  amacıyla, bu doğrultuda kendilerinin merkezinde yer aldığı siyasal düzenler kurmaları demokratik rejimleri içeriden yozlaştırdığı gibi, halk yönetimi  anlamındaki cumhuriyet devletlerinin de çökmesine yol açmaktadır.

Bu açıdan, sanatçı yazarın belirttiği gibi ana muhalefet partisi genel başkanının kendi siyasal geleceği için bir pazarlık yapması, ülkedeki muhalefeti çökerttiği gibi aynı zamanda diğer muhalefet biçimlerinin de ortadan kalkarak tek partili diktatörlüğün gelişmesi için Türkiye’de elverişli bir ortamın meydana gelmesine yol açmıştır. Siyasetin dışarıdan yönlendirilmesi ve bu doğrultuda olayların manuple edilmesi birbirini izlediği için, Türk devletinin demokratik düzeni bozulmuş ve bu nedenle de cumhuriyet devletinin geleceği tehlike altına atılmıştır. Türkiye’yi bitirmek isteyen, laik ve demokratik cumhuriyet rejimini tehlikeye atan bir zihniyetle anlaşılamayacağı daha o günden belli olması gerekirdi. En sonunda kendisinin Marksist olduğunu ifade eden gazeteci-sanatçı Marksist ilkeleri hayata geçirebilmek umuduyla milletvekili olduğunu öne sürerek ve Atatürk’ün partisini siyasal bir istismara alet ettiğini söyleyerek kendisini  kurtarmaya çalışmaktadır.

Aslında küresel sermayenin neoliberal politikalarını benimsemiş olmasına rağmen, kendisini solcu göstermekten çekinmeyen, işbirlikçi bir çizgide liberal sol politikaları benimsemiş bir yazar olarak da, Marksist ilkeleri Kemalist bir partinin çatısı altında dile getirerek, Türk halkının ulusal bağımsızlığının örgütlenmiş olduğu bir halk partisini neoliberal politikalarla zengin azınlığın çıkarlarına alet ederken Marksizmi temel dayanak noktası olarak göstermesi de, Atatürk’ün partisinin yönetimine bu gibi ayrık otlarından temizlenmesi gibi bir ulusal görev de yüklemektedir.

Sovyet sisteminin çöküşü üzerine sınıf kavramı ve sınıfsallık olgusu da ortadan kalktığı için halk kitlelerinin siyasal alana eskisi gibi sınıfsal değil ama sosyal kimlik, etnik köken ve cemaatlar üzerinden bakması yüzünden, halk kitlelerinin eskisi gibi toparlanarak siyaset sahnesine ağırlığını koymasının  mümkün olamadığını ileri süren  bu Marksist kökenli sanatçı, siyasal alanda öne çıkan istismarların eskisi gibi önlenemediğini, çünkü halk kitlelerinin desteğine sahip toplumsal tabanı büyük siyasal partilerin geride kalması yüzünden halk kitlelerinin eskisi gibi etkili olamadıklarını vurgulayarak, devlet kuran partiden istifasını mazur göstermeye çalışan bir tutum sergilemeye çalışmaktadır. Türkiye’deki sol yapılanmanın işçi sınıfından değil   ulusal kurtuluş savaşından geldiğini ileri sürerken, aydın bir kişi imajı yaratarak kendisine karşı genel başkanın izlediği olumsuz tutumu kendisini haklı çıkarmak çizgisinde yorumlayan sanatçı-yazar, halk kitlelerine karşı güvensizlik beyan ederken, kendi çıkarları doğrultusunda protesto hakkını kullanarak istifaya yöneldiğini ileri sürmektedir.

Kendi sol anlayışını sağ görüşlerle birlikte değerlendirmeye çalışan konuşmacı yazar, uzaydan politikacı getirilemeyeceğini ve bu nedenle elde bulunan malzeme ile işi götürmek zorunda olduğumuzu belirterek kendini haklı çıkarmaya çabalamaktadır. Siyasal liderlerin topluma karşı sorumlulukları olması nedeniyle, kesinlikle her türlü kirlilikten bu amaçla yapılacak son bir hesaplaşma atılımı ile temizlenmeleri gerektiğini belirtmektedir. Atatürk’ün partisi ile hesaplaşmaya kalkıştığını vurgularken, bugünkü yönetime yağ çekmekten çekinmeyen çelişkili bir tutumu sergilemekten de uzak durmamaktadır. Marmara denizinde yılların pislik birikiminin sonucu olan müsilaj benzeri bir kirlenmenin siyaset sahasında da var olduğunu, denizdeki patlamanın yarın siyaset sahnesinde de benzeri patlamalara yol açabileceğini, bu doğrultuda demokrasi güçlerine önemli görevler düştüğünü söylemekten çekinmeyen bu gazeteci yazar, ağaçlar ayakta ölür gibi bir benzetme yaparak kendisinin de ağaç olduğunu ilan etmektedir. Siyasal liderlerin kendilerine inanan halk kitlelerini aldatmaya hakları olmadığını vurgulayarak, siyasette temiz olmayı savunmaktadır..

Türkiye gibi bir ülkede her şeyin kirlendiği bir kara döneme doğru sürüklenirken siyaset sahnesindeki çarpıklıklar birbirini izleyerek  devam etmekte ve bu yüzden de halk kitleleri arasında ciddi bir siyasal gerginlik ve yükselen beklenti grafiklerinin tırmandığı bir aşamada, ana muhalefet partisi üzerinden yapılan bir değerlendirme ve var olan koşulları bu doğrultuda yargılanmasıyla temiz eller operasyonuna giden yollar açılmaya çalışılmaktadır. Ne var ki,  devletin yargı ve güvenlik kurumları üzerine binmiş olan tarikat şemsiyeleri bir çok pisliği gizleyemez noktaya geldiği aşamada ülkenin en tanınmış mafya lideri ortaya çıkarak, teslim olmuş siyasal önderlere karşı çıkan bir tavrı örgütlemeye çalışmaktadır.

Hukuk devletinin çökertilmesiyle, anayasa değişiklikleri gibi bir yoldan ülkede anayasal kargaşa düzeni yaratmak gibi  tehlikeli girişimler birbirini izlemektedir. Ülkede iki anayasalı devlet düzeni üzerinden eski ve yeni olmak üzere iki ayrı devlet modelinin geçerliliği ana tartışma konusu haline gelirken, Atatürk’ün kurduğu ve kendi elleriyle geliştirdiği devlet düzeninin yerine emperyal rüzgarlar doğrultusunda, hem çöküntüler hem de birbirine karşı çıkan yepyeni oluşumlar birbirlerini izleyen bir doğrultuda, Türkiye’nin gündemine girerek ülkeyi ve devlet düzenini alt üst edecek kadar sarsmaktadırlar. Tam bu aşamada sanatçı kökenli bir eski milletvekili günah çıkarır gibi hareket ederek kendisini bu çıkmazdan kurtaramaz, çünkü kendisinin de yer aldığı ve alet olduğu siyasal manevralar, Türk devletini her yönü ile sarsarak çökmesine giden yolu zaten açmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeni bir yüzyılın başlarında yola devam etmekte zorlanmasının ana nedeni, ülkenin fabrika ayarları adı verilen kuruluş modelinin dışına çıkmış olmasıdır. Bu doğrultuda ülkede halk kitleleri ikiye bölünmekte, bir kanat Atatürk Cumhuriyeti ile birlikte Atatürk’ün partisine de son verilmesi gerektiği ve bu doğrultuda partinin kapatılmasına karar verilmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu makalede belirtilen çelişkiler ve yanlışlar yüzünden ülkede devlet düzeni çökerken, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan Atatürk’ün partisinin bir şeyler yapması beklenmiş ve halk kitleleri Atatürk modeli ile kurulmuş olan Türk devletinin yeni dönemde kendini yenileyerek harekete geçmesi ve yeni plan ve projeler ile devletin güvenliğini sağlayarak cumhuriyet rejimini sonsuza kadar yaşatacak yeni bir atılım döneminin başlatılması gereğini dile getirmektedirler. Atatürk cumhuriyeti kuran kurucu partiyi kurarken, ülkenin dünyada bulunduğu yeri belirleyerek doğu ve batı blokları arasında bir bağımsız Türk devletinin yaşayabilmesi için tam bağımsız bir siyasal sentez modeline gerek olduğunu görerek, yeni kurulan devletin temel örgütünü altı temel ilkeye bağlamıştır. Bu ilkelerin birlikte kullanılmasıyla gündeme gelebilecek siyasal sentezin Türk halkı ile cumhuriyet rejimini bütünleştirerek yola devam etmesini sağlayabileceği, yüz yıllık bir deneme süresi sonrasında kesinleşmiştir.

Kurulduktan sonra ortaya çıkan her türlü engel ve çıkmaz ile boğuşarak yeni yüzyılın ilk çeyreğinde ayakta kalabilmesini bilmiş olan Türk devletinin geleceği gene devleti kuran Atatürk’ün partisi ile, bu partinin üst yönetiminde yer alan kadrolara bağlı görünmektedir. Atatürk’ün tam bağımsız cumhuriyeti İnönü döneminde Atlantik emperyalizmine açılmıştır. Daha sonra partinin genel başkanlığına gelen gazeteci lider İsrail’e yakın durmuş, sonraki başkan ise Amerika’ya yakın duran bir siyaset bilimcisi olarak göreve gelmiştir. Her iki genel başkan hiçbir biçimde partinin geleneksel politikası olan Kemalizm’e sahip çıkmamış, ABD-İsrail ikilisinin emperyalist politikaları doğrultusunda taşeron politikalara boyun eğmişlerdir. Bu aşamadan sonra partinin başına geçen bürokrat genel müdür daha da ileri giderek Kemalist partinin neoliberal bir çizgiye çekilmesi doğrultusunda önemli adımlar atmıştır.

IMF ve Dünya bankası politikaları doğrultusunda her türlü küresel ekonomi yapılanmalarına yakın durarak, sermaye kontrolü noktasında kurucusu olduğu ulus devletten yana bir tavır almamıştır. Dersim senaryoları ile Atatürk karşıtı seslerin giderek Atatürk’ün partisinden daha fazla duyulması üzerine, partinin geleneksel çizgisi olan Kemalizm’in tümüyle tersi olarak açıklanabilecek bir Anti-Kemalizm , ikinci cumhuriyetçi, neoliberal ve tarikatçı gelenekten gelen  emperyalizm işbirlikçisi  politikacılar aracılığı ile, Atatürk’ün partisinin başına bir çuval gibi geçirilmeye çalışılmaktadır. Önümüzdeki seçimlerde parti tabanının, Atatürk’ün partisinin Anti-Kemalist parti olmasına artık izin vermeyeceği açıkça görülecektir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.