İYİ Partili Ümit Özdağ’dan çarpıcı Ayasofya konuşması

İYİ Partili Ümit Özdağ’dan çarpıcı Ayasofya konuşması
12.07.2020
A+
A-

İYİ Parti İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, TBMM’de yaptığı konuşmada, ” Erdoğan iki sene önce Ayasofya’nın cami olarak açılmasını isteyenlere “Sultan Ahmet Camisi’ni doldurdunuz da sıra Ayasofya’ya mı geldi?” diye cevap vermişti. Demek aradan geçen iki sene içinde Sultan Ahmet Camisi dolmuş ki, Erdoğan tarafından böyle bir karar alındı.” dedi.

TBMM Genel Kurulunda Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması ve Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Yasasına Dair Konuşan Prof. Dr. Ümit Özdağ, ”Ayasofya’nın cami olması kılıç hakkıdır. Ayasofya’nın kılıç hakkı olduğu gibi Süleyman Şah Türbesi de kılıç hakkıdır. Türk toprağı olan türbe bölgesi, halen terör örgütü PKK-YPG’nin kontrolü altındadır. Kılıç hakkını burada da bir an önce gerçekleştirelim.” diye konuştu.

İşte Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın TBMM’de yaptığı o konuşma:

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Ayasofya Camisi 1991’de kısmen ibadete açıldıktan sonra dün tamamen ibadete açıldı. Eylül 2006’da  “Ayasofya’yı ibadete açmaz isek bize Sultan Ahmet Camisi’nde ezan okutmak istemezler” diyen ve bu konuda kitap yazan bir Türk olarak büyük mutluluk duydum. Ayasofya’yı yaklaşan 2. Dünya Savaşı öncesinde psikolojik harp hamlesi olarak müze yapan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz ruhunun da şad olduğunu düşünüyorum. Çünkü eğer Atatürk yaşasaydı, 2. Dünya Savaşı sonrasında Ayasofya tekrar cami statüsüne kavuşurdu. Unutmayın ki, Atatürk Milli Mücadeleyi başlatmayıp, fethetmeseydi ne Süleymaniye kalırdı, ne Fatih Camii.

Değerli Milletvekilleri,

Mutluluk duymamın bir başka nedeni de Sultan Ahmet Camisi’nin dolmuş olması. Çünkü, Erdoğan iki sene önce Ayasofya’nın cami olarak açılmasını isteyenlere “Sultan Ahmet Camisi’ni doldurdunuz da sıra Ayasofya’ya mı geldi?” diye cevap vermişti. Demek aradan geçen iki sene içinde Sultan Ahmet Camisi dolmuş ki, Erdoğan tarafından böyle bir karar alındı.

Ayasofya’nın açılmasına sevindik; ama keşke iktidar bu konuda Danıştay’ın kararını beklemeden, 9 Haziran 2020’de İYİ Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu’nun Ayasofya’nın toplu ibadete açılması amacıyla verdiği meclis araştırması önerisini kabul etseydi veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile gereken düzenleme yapılsaydı.

Değerli Milletvekilleri,

İstanbul’un fethi, 1071’de Malazgirt Savaşı sonrasında Türklüğün Anadolu’yu tekrar vatanlaştırması ile başlayan mücadelenin bir sonucudur. Anadolu’nun Türkleşmesini engellemek amacıyla başlatılan Haçlı Seferlerine rağmen, Türk ilerleyişi kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Türk orduları İstanbul’un fethinden 101 sene önce Anadolu’dan Avrupa’ya ilk adımlarını 1352’de atmışlar; Bu çıkışı,  I. ve II. Kosova, Niğbolu, Sırp Sındığı zaferleri izlemiştir. Şair bütün bu savaşları şu mısralarda özetlemiştir.

“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik,

Aktolgalı beylerbeyi haykırdı ilerle,

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle”

Anadolu’nun fethi 1453’de İstanbul’un fethi ile sonuçlanmış ve Kızılelma’ya ulaşılmıştır.

Değerli Milletvekilleri,

Eskiden Harp Akademilerinde bir uygulama vardı. Kurmay subay adayları Ayasofya’ya ziyarete götürülür ve orada komutanları tarafından kendilerine şu tarihi vakıa anlatılırdı:

  1. Murat döneminde Bizans İmparatoru, Sultan Murat’tan Ayasofya’nın tamiri için usta istiyor. Türk ustalar Ayasofya’nın tamirini yaparken, kendi aralarında şöyle konuşuyorlar: “Biz bir gün bu kenti fethedeceğiz. Biz fethedemezsek oğullarımız fethedecek. Fetihten sonra bu kiliseyi cami yapacağız. O zaman tamir sırasında cami olduğu zaman inşa edeceğimiz minarelerin yerlerini tespit edelim ve hazırlığını yapalım” diyor ve bunu da gerçekleştiriyorlar. Bu vakıa, bir milletin bütün fertleri ile bir ülküyü yaşaması ve kurmay subayın geleceği öngörmesine örnek olarak anlatılırmış.

Değerli Milletvekilleri,   

Fetih yaşandı. Fetih öncesi temelleri atılan minareler dikildi. Dönemin tarihçisi Aşıkpaşazade fethin ertesini şöyle anlatır: “Fethin evvel Cuma günü,  Ayasofya’da Cuma Namazı kılındı ve hutbe-i İslam okundu. Sultan Gazi Mehmet adına kim ol Murat Gazi Han oğludur. Ve ol Gazi Mehmet Han oğludur. Ol dahi Sultan Beyazıt han oğludur ve ol dahi Murat Gazi hünkar oğludur. El Halil Gökalp neslidir, kim Oğuz Han oğludur.”

Görüldüğü gibi İstanbul’u fetheden cennetmekan Fatih Sultan Mehmet, büyük bir Türklük şuuru ile Oğuz Han’ın torunu olduğunu, fetih günü hatırlamaktadır. Umarım Fatih Sultan Mehmet’in Türklük şuuru, Erdoğan’ın “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlayan Andımızın, Danıştay’ın almış olduğu okullarda tekrar okunması kararını uygulatmasına da vesile olur.

Değerli Milletvekilleri,

Ayasofya Camisi’nin ibadete açılmasını büyük bir sevinçle karşılarken, Hazreti Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş iki büyük komutanı, İstanbul’un 1453’te birinci fatihi Fatih Sultan Mehmet Han’ı ve ikinci fatihi -Alparslan Türkeş’in ifadesi ile Türklüğün Himalayası olan- ve “Aleykümselam” diyerek hayata veda eden cennetmekan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü övünçle, gururla, şuurla anıyor, Allah’tan rahmet diliyorum.

İki büyük komutanı anarken, bugün bir yasa vesilesiyle hakkında konuşacağımız, İstanbul’u iki kez fetheden Türk Ordusuna da seslenmek isterim.

“Ey Mete’nin Çin’e giren orduları,

Ey Atilla’nın Avrupa’ya yayılan,

Fatih’in İstanbul’a giren, devir açan orduları,

Ey  Atatürk’ün Akdeniz hedefine yürüyen orduları,

Dünyaya medeniyet götüren ordular,

Köle milletleri uyandıran ordular,

FETÖ’cü çeteleri dağıtan ordular,

Tarihi yazan, yaratan Türk Orduları

Kut senin olsun, Zafer senin olsun, Şan senin olsun!

Değerli Milletvekilleri,

Ayasofya’nın cami olması kılıç hakkıdır. Ayasofya’nın kılıç hakkı olduğu gibi Süleyman Şah Türbesi de kılıç hakkıdır. Türk toprağı olan türbe bölgesi, halen terör örgütü PKK-YPG’nin kontrolü altındadır. Kılıç hakkını burada da bir an önce gerçekleştirelim.

Öte yandan Fatih Sultan Mehmet’in torunu Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1549’da kılıç ile fethedilen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin İzmir iline bağlı; Koyun Adası, Venedik Kayalıkları; Aydın ilinin Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizçik, Bulamaç Adaları, Muğla il sınırlarımız içindeki; Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardaçık ve Kalolimnoz Adaları ise 2004’ten sonra Yunan ordusunun işgali altına girmiştir.

Bu adaların hepsi 2003 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından yaptırılan “Ege’de Egemenliği Devredilmemiş Adalar” başlıklı dokümanda Türk adası olarak kabul edilmiştir. Şimdi bu adalarda işgalci Yunan Ordusu konuşlanmış durumda. Mart 2015’te dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, TBMM’de yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “Lozan Barış Anlaşması’nın 12. Maddesi ve Paris Barış Anlaşması’nın 14. Maddesi hükümlerine göre, egemenlikleri devredilen dışında hiçbir adanın egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiştir. Bu ada, adacık ve kayaların egemenliği Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyetine intikal etmiştir. Hukuken Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar Türkiye’nin hakimiyetindedir. Hukuken, egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıkların bir kısmı üzerinde, başından beri Osmanlı’dan bugüne gelinceye kadar Yunanistan’ın fiili uygulamaları vardır. Ancak fiili devlet uygulamaları onların yasal ve hukuki statülerini değiştirmez. Bu, uluslararası mahkemelerin de vermiş olduğu karardır. Dolayısıyla bu durumda Hukuken Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğindedir. Hukuken Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada Adacık ve Kayalıklar üzerindeki mevcut olan fiili Yunan uygulamaları, statüyü değiştirmez” diyerek, işgali kabul etmiştir.

Tabii Sayın Yılmaz araya, “başından beri, Osmanlı’dan bugüne” ifadesini koyarak, 2004 sonrasındaki işgali gizlemiştir. Osmanlı’dan bu yana işgal sürüyorsa neden Yunan ordusu 2004 sonrasında konuşlandı. 2008 sonrasında Yunan cumhurbaşkanı adaları ziyaret etti. Ayasofya’da kılıç hakkını Danıştay’a dayanarak gerçekleştirmek kolay. Gelin işgal altındaki Türk adalarında işgalci Yunan küstahlığına son verelim.

Danıştay kararı ile Ayasofya’yı iktidarın 18. Yılında bütün Türk milletinin desteği ile ibadete açmak fetih değildir. Fetih, işgal altındaki adalarımızı geri alarak olur.

“Ey! Ege sularının güzel yaslı kızları,

Mukaddes yolumuzun ilk şeref yıldızları,

Merak etme ahını her Türk genci yaşıyor.

Şanlı Türk ülküsü gönlümüzde yaşıyor!”

Değerli Milletvekilleri,

Ayasofya’nın ibadete açılmasından sonra Türkiye’ye yönelik dışarıdan saldırılar olacaktır. Erdoğan 19 Mart 2018’de Ayasofya’yı açmanın getirisinin götürüsünden çok olacağını açıklamıştı. Biz İYİ Parti olarak kutsallarımız konusuna getiri-götürü açısından bakmayız. Bu saldırıların hepsinde İYİ Parti olarak hükümetin yanında olacağız ve destek vereceğiz. Ancak şimdiden açıklayalım. Sakın Heybeliada ruhban okulunu açarak taviz vermeyi düşünmeyin.

Değerli Milletvekilleri,

Yukarıda şanlı tarihinden kesitler sunduğumuz Türk ordusunun zaferlerinin arkasında, Türk askerinin yüksek disiplin anlayışı vardır. Bugün hakkında konuşacağımız yasa tasarısı da Türk ordusunun disipliniyle ilgilidir.

Türk Ordusu varlığını kesintisiz sürdüren en eski iki ordudan birisidir. Türk Orduları Asya-Avrupa ve Afrika kıtalarının büyük bir bölümünde yüzyıllarca galip ve egemen olmuştur.

Kara Kuvvetleri Komutanlığımızın kuruluşunun bu yıl 2229’üncü yılını kutladık. Şanlı Türk ordusu bu uzun tarihi içinde çok zor dönemler de yaşamıştır. Fakat son 18 yılda yaşadığı kadar zor bir dönemi ilk kez yaşıyor.

Düşman bu sefer ve ilk kez içeriden gelmiştir. FETÖ casusluk ve terör örgütü Türk ordusunu içeriden vurmuştur. Türk Ordusu kendi ülkesinde kuşatılmıştır. Türk Ordusu’nun FETÖ tarafından kuşatılmasına, arkadan vurulmasına, kumpas kurulmasına AKP tarafından izin verilmiştir. Bu iznin neden verildiğini bir AKP Genel Başkan yardımcısı: “bir tarafta darbeci Kemalist gelenek vardı, bir tarafta FETÖ vardı. Ve bunları birbirine kırdırmak sureti ile yol almak mecburiyetindeydik” sözleriyle itiraf etmiştir.

Oysa, tarikatların siyasete girmesine izin vermek çok tehlikelidir. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra İstanbul’da faaliyet gösteren Halvetî şeyhi Ali Halvetî’yi İstanbul’da geniş halk kitlelerini etkilemesi ve bazı divan üyelerini, üst düzey yöneticileri cemaatine dahil etmesi üzerine siyasete karıştığı gerekçesiyle Manisa’ya sürmüştür. Bazı cemaat mensuplarının kılıçtan geçirildiği ve İstanbul sokaklarında çok kan aktığını ileri süren tarihçiler de vardır. Siyasi iktidar dini ortak kabul etmez. 15 Temmuz’a rağmen bunu hala anlamış görünmüyorsunuz. FETÖ gitti, METÖ geldi.

Değerli Milletvekilleri,

FETÖ Türk ordusuna çok ağır darbeler vurmuştur. Bir ordunun savaşa girmeden bu kadar ağır zayiat aldığı bir tek olay vardır. O da SSCB’nin dağılması sonrasında Kızıl Ordu’nun uğradığı tahribattır.

Size uğranılan tahribat ile ilgili sayısız örnek verebilirim. Bence en önemlisi, bir ordu için en değerli muharebe gücü olan silah arkadaşlığı duygusunun kendi arkadaşlarına pusu kuran FETÖ’cüler tarafından yok edilmiş olmasıdır.

Bugün üzerinde konuştuğumuz yasa tasarısı AKP’nin TSK ile ilgili izlediği yanlış politikalarda ısrarcı olduğunu göstermektedir.

29 Temmuz 2016’da 669 sayılı KHK ile uygulamaya konulan sözde askeri reform kararları, TSK’nın sisteminin darbe ürettiği varsayımına dayanmıştı.

Bu varsayıma dayanan AKP Hükümeti, FETÖ deneyiminden ders almak yerine, 15 Temmuz travmasını TSK’nın kurumsal yapısını parçalamak için fırsat olarak kullanmıştır.

AKP, “böl, parçala, yönet” anlayışı ile hareket etmiştir. “Silahlı güç TSK’da yoğunlaştırılmamalı, değişik kurumlara bölünmelidir” zihniyeti ile TSK’nın emir-komuta birliği ortadan kaldırılmış,  kurumsal parçalanmaya neden olunmuştur.

15 Temmuz FETÖ’cü darbesi sonrasında TSK’yı yapılandıran temel yasal düzenleme olma niteliği devam eden 669 sayılı KHK’ye hakim olan ruh Sorosçu bir sivil toplum örgütünün hazırladığı, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde Köşk’te yapılan teorik çalışmaya dayanmaktadır.

Yapılan düzenlemelerle, TSK’yı felç edecek bir partizanlaşmanın temellerini atmışlardır. TSK’nın sivil denetiminden bahsedilirken nedense parlamentonun, Milli Savunma Komisyonu’nun TSK üzerindeki denetiminden bir kelime ile bahsedilmemiştir.

Değerli Milletvekilleri,

669 sayılı KHK ile Türk Silahlı Kuvvetleri dört parçaya bölünmüş ve kurumsal yapısı ağır bir darbe almıştır. TSK’nın beyni olan Genelkurmay Başkanlığı tasfiye edilmeye başlanmıştır ve bu tasfiye çalışması getirilen disiplin yasası ile sürdürülmektedir.

FETÖ’cü darbe sonrasında Genelkurmay Başkanlığı önce cumhurbaşkanına bağlanmak istemiş; fakat anayasa değişikliği gerekli olduğu için Genelkurmay Başkanlığı başbakanlığa bağlı olarak kalırken, kara, deniz ve hava kuvvetleri Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştır. Böylece ordu ikiye bölünmüştür. Ordunun başı ile kolları birbirinden koparılmıştır. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçince bu yanlışta ısrar edilmiş, 1 No’lu kararname ile Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları ayrı ayrı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştır. Oysa yapılması gereken kuvvet komutanlıklarını Genelkurmay Başkanlığına, Genelkurmay Başkanlığını ise Milli Savunma Bakanlığına bağlamak olmalıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Bugün eski Genelkurmay Başkanı hem bakanlık hem fiili Genelkurmay Başkanlığı yaptığı için mesele yok gibi görünüyor. Oysa çok büyük sorun var. Sistemler kişiler ile değil kurumsal yapılar ile çalışır. Yarın Milli Savunma Bakanlığı’na bölük ile tugay arasındaki farkı bilmeyen bir Savunma Bakanı atanırsa ne olacak?

Değerli Milletvekilleri,

AKP’nin “Böl-parçala-yönet” yaklaşımının bir sonucu da Jandarma Genel Komutanlığı’nın TSK bünyesinde koparılması olmuştur. Jandarma Genel Komutanlığı tamamen İçişleri Bakanlığı’na bağlanmış, askeri niteliğine son verilmiştir. Bu parçalanma ortaya terörle mücadele açısından sorunlar çıkaracaktır. İç güvenlik harekatı çerçevesinde Jandarma’nın emrine verilen Kara ve Hava Kuvvetlerine ait birlikler,  Silahlı Kuvvet olmayan bir gücün emrine nasıl girecekler? Yasa tasarısının ikinci maddesinde bu sıkıntının hukuki boyutu bir ölçüde halledilmeye çalışılmıştır. Ancak mesele hukuki boyut ile sınırlı değildir.

Değerli Milletvekilleri,

Yasa tasarısının 4. maddesinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin kapatılması sonrasında tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili düzenleme yapılmak istenmiştir. Madde 6’da askeri tabipliğin tercih edilmesini artırmak için mali teşvik önlemleri alınmak istenmiştir.

Her şeyi para ile halledeceğini sanan bir iktidarın başka çare bulamamasına şaşırmamak lazım. Oysa bazı şeyler para ile değil, ruhla ilgilidir. Askeri tabiplik de böyle bir şeydir.

Askeri sağlık sisteminin lağvedilerek, Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığı’na bağlanması askeri tabipliğin ruhunu öldürmüştür.

Sadece askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı’na bağlanmakla kalmamıştır. Askeri tabiplerin yüzde 50’si Sağlık Bakanlığı bünyesine alınmıştır. TSK’da kalanlar ise askeri birliklerde tabiplik yapmaktadır. Türk Ordusu savaşan bir ordudur. Her gün şehit ve gaziler verilmektedir. Türk askeri tabipleri, bazen ellerinde silah en ön cepheden gazi tahliye etmekte, şehitleri taşımaktadır. Şimdi askeri sağlık sisteminin olmadığı yerde bunu kim yapacaktır? Dağda yaralanan askerlere ilk müdahaleyi yapacaktır. Libya’da Sağlık Bakanlığı, çatışan askerlerimize nasıl destek olacaktır? Halen eski askeri doktorluk geleneğinden gelen doktorlarımız durumu kurtarmak için çalışıyor. Ancak bir süre sonra bu gelenek tükenecek.

Dünyada Türk Ordusu kadar savaşan ve askeri sağlık sistemi çerçevesinde askeri hastanesi olmayan başka ordu yok. Gazilerin tedavileri özel ihtisası gerektirmektedir.  Askeri hastanelerde yıllar içinde bu konuda ortopedi, göz, plastik cerrahi, genel cerrahi alanlarında dünya çapında uzmanlıklar gelişmiştir. Ve yaralanmalarda bu kurum referans merkezidir. Devlet hastanesindeki doktorun mayın patlaması sonucunda yaralanan bir bacağın veya gözün tedavisi konusunda nasıl bir deneyimi vardır? Halen Güneydoğu’da devlet hastanelerine rotasyon ile GATA’dan alanlarında tecrübeli hekimler geçici süreler ile yollanmaktadır. Böyle bir ortamda askeri hastaneleri tasfiye etmek nasıl izah edilebilir? Tıp literatüründe Harp Cerrahisi ve Harp psikiyatrisi gibi dallar varken, askeri tabipliği tasfiye etmek, askeri hastaneleri kapatmak kabul edilebilir ve uygulanabilir değildir. Düzenleme ile sadece TSK’da kalan askeri tabiplere yönelik mali önlemler önerilirken, Sağlık Bakanlığı’na geçmek zorunda kalan ve özlük hakları yönünden 926 sayılı kanuna tabii, çoğu GATA ve Haydarpaşa’da çalışan, çoğunlukla GATA’ya sevk edilen yaralı askerlerimizi tedavi eden doktorlar da bu iyileştirme kapsamına alınmalıdır.

Tasarı ile TSK’nın siyasallaşması devam etmektedir. Bu çerçevede Yasa tasarısının 17. maddesinde 6413 sayılı yasanın 13.  maddesinde yapılmak istenen düzenleme ile şimdiye değin Genelkurmay Başkanlığı teşkil edilen Yüksek Disiplin Kurulu Milli Savunma Bakanlığı kuruluyor. Bu siyasallaşmanın bir derece daha ilerlemesidir.

Değerli Milletvekilleri,

Sonuç olarak bu yasa tasarısına iktidar tarafından hak ettiği önemin verilmediği anlaşılmaktadır. Tasarı alelacele gündeme getirilmiş, kanun bütünlük içinde ele alınmamış, araya sıkıştırılmıştır.

Anlaşılan odur ki, mevcut kanun teklifi TSK’nın kurumsal yapısı ve askeri personele dair yığınla sorunun sadece birkaçını; kısa vadeli, geçici ve yetersiz bir şekilde ele alma girişiminden ibarettir. İYİ Parti olarak kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve onun mensuplarının ivedilikle çözülmesi gereken temel, aslî ve somut sorunlarına yönelik çabamız her zaman samimi ve ısrarcı biçimde devam edecektir. Mevcut kanun teklifini, her ne kadar yetersiz olarak değerlendirsek de, TSK ve TSK personelinin güçlenmesi ve iyileştirilmesi amacıyla destekleyeceğimizi bildirir, hepinize saygılarımı sunarım.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.