Toprağın gelecek nesillere bırakılması hepimizin görevi

Toprağın gelecek nesillere bırakılması hepimizin görevi
18.06.2018
A+
A-

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, tarımın yüzde 98’inin toprakta yapıldığına işaret ederek, “Binlerce yılda oluşan toprağın gelecek nesillere sağlıklı ve temiz bir şekilde bırakılması herkesin görevidir” dedi.

Bayraktar, bu yıl aynı güne denk gelen Toprak Bayramı ile Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü dolasıyla yaptığı açıklamada, bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan toprağın önemine işaret etti. Yaşamın kaynağı olan toprağın tükenebildiğini ancak yeniden üretilemeyeceğini belirten Bayraktar, “Bir Afrika atasözünde denildiği gibi bu topraklar atalarımızdan miras değil, gelecek nesillerin bize emanetidir. Gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak istiyorsak, toprağa ve çevreye özen göstermeliyiz” diye konuştu. Tüm ülkelerin toprağı koruyan politikalar izlemesi gerektiğini vurgulayan Bayraktar, “Toprağa ve tarıma hizmet kutsaldır. Toprak için yapılan her mesai, insanlık adına faydalı bir iştir” ifadelerini kullandı.

Topraktaki organik madde azlığı sorunu

Topraktaki organik madde düzeyinin tarımsal üretimi etkileyen en önemli faktörlerden biri olduğunu belirten Bayraktar, Türkiye topraklarının yüzde 76’sının organik madde bakımından yetersiz olduğunu bildirdi. Toprağa can veren organik maddelerin her geçen gün azaldığını belirten Bayraktar, şöyle devam etti:

“Toprak hassas bir terazi gibidir. Aldığınızın karşılığını tekrar toprağa vermeniz gerekir. Organik madde çoğalırsa toprakta canlılık ve buna bağlı olarak verimlilik artar. Organik madde azalırsa verimlilik azalır. Organik maddelerin yok olduğu topraklar, zaman içinde kullanılmaz hale gelecektir. Organik madde yok olursa, topraktaki canlılar da yok olur. Bu şartlarda toprak ölür. Ölü bir toprakta, bitkiler ve ölen tüm canlılar mikroorganizma faaliyeti olmadığı için çürümez, parçalanma olmaz. Neticede doğanın dengesi bozulur. Türkiye’nin toprak yönetimi açısından en önemli sorunlarının başında topraktaki organik madde seviyesinin yetersizliği gelmektedir. Tarımda sorun yaşamamak için topraktaki organik madde seviyesi yükseltilmelidir.”

“Kimyasal gübrelerin kullanımının azaltılması olumsuzlukların oluşmasını kısmen engelleyecektir”

Nüfus artışına paralel olarak tarımsal ürünlere olan talep artışının entansif (tarıma verimi artıracak sulama, gübreleme, kaliteli tohum, ilaç, makine,  gibi tüm olanakların kullanıldığı yöntem) üretimi zorunlu kıldığını anlatan Bayraktar, yüksek verimin öncelik olduğunu bu üretim sisteminin bazı sorunlara neden olduğuna dikkat çekti. Gıda üretiminde kullanılan kimyasal miktarının artmasının biyolojik dengenin bozulmasına ve tarım alanlarının kirlenmesine neden olduğunu belirten Bayraktar, şunları söyledi:

“Bu durum, tarımda sürdürülebilir bir üretim anlayışını ve toprak dostu bir programın yürürlüğe konulmasını zorunlu kılmaktadır. Özellikle entansif tarımın yapıldığı alanlarda oluşan kirliliğe; yanlış ve yoğun kullanılan tarım ilaçları, kimyasal gübreler, dengesiz yapılan sulama gibi faktörler sebep olmaktadır. Üstelik entansif tarım yöntemi, yalnızca çevre kirliliği ve doğal dengenin bozulmasına neden olmakla kalmıyor, aynı zamanda besin zinciriyle tüm canlılara ulaşarak yaşamlarını olumsuz etkiliyor. Entansif tarımsal üretimde, gübrelemeden kaçınmanın söz konusu olamayacağı gerçeği dikkate alındığında, organik gübre kullanımı özendirilerek, kimyasal gübrelerin kullanımının azaltılması olumsuzlukların oluşmasını kısmen engelleyecektir.

“Toprak ve su kaynakları artan rekabetle birlikte risk altına girecektir”

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yapılan açıklamaya göre 2050 yılına gelindiğinde, dünya genelinde gıda talebinin yüzde 70, gelişmekte olan ülkelerde ise bu talebin yüzde 100 oranında artması bekleniyor. Artan gıda talebi, tarımsal üretim sistemleri üzerinde eşi görülmemiş bir baskıya neden olacaktır. Toprak ve su kaynakları artan rekabetle birlikte risk altına girecektir. Bu nedenle toprak ve su kaynakları için sürdürülebilir tarım uygulamaları, özel ilgi ve iyileştirme eylemleri son derece önemlidir. Kısıtlılıkların üstesinden gelmek ve yüksek risk alanlarındaki kaynak yönetimini geliştirmek için çeşitli seçenekleri analiz etmek gereklidir. Uluslararası iş birliği ve kalkınma politikalarına ülke olarak dâhil olmamız bu kısıtlamaların üstesinden gelmemize yardımcı olacaktır.”

“Ülkemiz, dünyada toprak rezervi azalan 20 ülkeden biridir”

Dünyada 250 milyondan fazla insanın doğrudan çölleşme ve kuraklıktan etkilendiğini belirten Bayraktar, 4 milyar hektardan fazla arazinin ise çölleşme tehdidi altında olduğunu bildirdi. Dünya üzerindeki toprakları genişletmenin ve su kaynaklarını artırmanın mümkün olmadığına dikkat çeken Bayraktar, “Bize düşen görev, bu kaynakları kirletmeden, yok etmeden, verimli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanarak gelecek nesillere, en temiz ve verimli haliyle bırakmaktır” dedi.

Ülkemizin dünyada toprak rezervi azalan 20 ülkeden biri olduğunu söyleyen Bayraktar, şöyle devam etti:

“Yüzölçümü 78,06 milyon hektar olan ülkemizin, 37,9 milyon hektar toplam tarım alanı varken, işlenen tarım arazisi 23,4 milyon hektardır. Ülkemizde tabii çöl bulunmamaktadır. Ancak coğrafi konumu, iklimi, topografyası ve toprak şartları arazi tahribatına ve kuraklığa karşı hassasiyeti artırmakta, bu durum çölleşme ve kuraklıktan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almasına sebep olmaktadır. Topraklarımızın korunmasının ne denli önemli olduğu açıkça görülmektedir.

“Ülkemiz, ‘çölleşmeye fazla duyarlı’ ülkeler arasında yer alıyor”

Ülkemizdeki çölleşmenin başlıca sebepleri; toprak erozyonu, hatalı tarım uygulamaları ve arazi kullanımı, kimyasal gübre ve ilaçların bilinçsiz kullanımı, hatalı sulama teknikleri sonucu tuzlanma, ormansızlaşma, aşırı otlatma ve üst toprağın kirlenmesi sayılabilir. Bunların yanında her geçen gün çoğalan nüfusun tabii kaynaklara gittikçe artan talebi ve baskısı çölleşmenin en önemli sebebidir.

Kentsel yapılaşmanın, iyi nitelikli araziler üzerinde yoğunlaşması, tarım yapılan alanların daha düşük nitelikli arazilere doğru kaymasına yol açmıştır. İyi nitelikli üretken araziler üzerinde kurulan sanayinin, tarıma göre ekonomiye katkısının daha fazla olması, istihdam edilen kişi sayısının yüksekliği düşünülerek oluşturulan politikalar, maalesef verimli tarım arazilerinin de elden çıkmasına sebep olmuştur.

Ekolojik olarak hassas olan alanlarımızda başta bitki örtüsünün tahribi ile tabii dengenin bozulması, toprak ve ana materyalin aşınmasına yol açmaktadır. Bu durum Konya, Iğdır illeri ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmak üzere Türkiye’nin bütün bölgelerinde arazi bozulumuna ve çölleşmeye sebep olmaktadır.

Ülkemiz, iklim koşulları, yer şekilleri, toprak özellikleri, bitki örtüsü ve insan etkileşimi gibi nedenlerle ‘Dünya Çölleşme Tehlikesi Haritasında’, ‘çölleşmeye fazla duyarlı’ ülkeler arasında yer alıyor. Bu nedenle ülkemizde çölleşme ile mücadele ve kuraklığın etkilerini azaltmada acil tedbirlerin alınması zorunludur.

Ayrıca miras yoluyla küçülerek parçalı halde olması ekonomik olarak tarımsal faaliyet yapılmasını güçleştirmekte ve önemli miktarda tarım arazisinin tarımsal faaliyetlerinin dışında kalmasına sebep olmaktadır. Tarım arazilerinin daha verimli kullanımı için sadece parçalanmanın önüne geçilmesi değil parçalanmış arazinin birleştirilmesi, ekonomik kazanç elde edilecek büyüklüğe ulaştırılması da gereklidir. Bu konuya özen gösterilmeli ve toplulaştırmanın hızlanarak devam ettirilmesi sağlanmalıdır.”

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.