Atatürk’deki Vatan (III)

Atatürk’deki Vatan (III)
10.02.2021
A+
A-

Birinci Dünya Savaşında, Kasım 1914 ile Ocak 1916 arasında Çanakkale cephesinde yoğun muharebeler yaşandı. 19 Şubat 1915 günü iki İngiliz zırhlısının Çanakkale Boğazı’na girip Türk mevzilerini topa tutmasıyla başlayan savaş, 18 Mart 1915 günü deniz harekâtıyla devam etti. 25 Nisan 1915′te İngiliz ve Fransız ordularının Kumkale ve Gelibolu Yarımadası’na yaptıkları kara çıkartmasıyla süren savaş; 7 Ocak 1916′da İngiliz ve Fransız birliklerinin Seddülbahir’den çekilmesiyle sona erdi.

Bu savaşlarda insan kayıpları farklı kaynaklarda değişik sayılarda verilir. “Avustralyalı yazar Alan Moorehhead 1956 yılında yayımladığı; Gelibolu isimli eserinde tarafların Çanakkale Savaşları kayıplarını şöyle sıralar: Türkler: 251.309, İngilizler: 205.000, Fransızlar: 47.000 kişidir.”

Mustafa Kemal, Çanakkale muharebeleri sırasında ‘Vatan Müdafası’nı askerlerindeki yüksek ruh ve imanı bilerek yapıyordu. Fakat cephedeki Alman komutanların Mustafa Kemal’in bildiği bu ruhu anlamaları beklenemezdi. Üstelik öngörüleri yetersiz, Türk milletinin, vatanları üzerindeki hassasiyetleri onlar için çok önemli değildi. Bu yüzden ordunun sevk ve idaresinde de gerçekçi olamıyorlardı.

Mesela, “5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in düşmanın çıkartma yapacağı yerleri yanlış tahmin etmesi ve ordumuzun ana kuvvetlerini bu yerlerde konuşlandırması, çıkartma yapılan alanlarda savunmasız yakalanmamıza neden olmuştur. Halbuki savunma hattımız Seddülbahir ve Kabatepe bölgelerinde gerekli miktarda kuvvetlerle konuşlandırılsaydı, belki düşmanın karaya bile çıkma­sına izin verilmeyecek ve savaş da o kadar uzun sürmeyip, o kadar fazla kayıpla bitirilmeyecekti.”

Mustafa Kemal ise durumu son derece iyi okumuş, Conkbayırı hattının önemini kavramış ve bu hat güçlü bir şekilde tutulmazsa, düşmanın stratejik olarak üstünlüğü ele geçireceğini ve savunmanın yetersiz kalacağını anlamıştır.

Düşman çıkarma yaptığı zaman bölgede sadece gözetleme görevini sürdüren küçük avcı birliklerimiz bulunmaklaydı. Her ne kadar bu birlikler kahramanca çarpışarak düşmanı oyalasalar da sayıca çok üstün olan düşman kuvvetleri, bu birlikleri ezip geçerek bölgeye yayılmaya başlar. Kanlı sırt, daha kuzeydeki sırtlar işgal edilir.

Kocaçimen’e 57. Alay’ı bizzat sevk ederek ulaştıran Mustafa Kemal’in ilk gördüğü manzara pek fikir verici değildir. Düşmanın çıkarma yapmış olduğu Arıburnu sahilleri Kocaçimen’den görülmemektedir. Bunun üzerine bin bir güçlükle Conkbayırı’na ulaşır.

Bu esnada Conkbayır’ın güneyindeki 261 Rakımlı Tepe’den, 27. Alay’dan sahili gözetlemekle görevli bir müfreze efradının Conkbayır’a doğru kaçmakta oldu­ğunu görür. Mustafa Kemal onların önüne geçer. Olayın geri kalan bölümünü kendisinden dinleyelim:

“Bizzat bu efradın önüne çıkarak;

-Niçin kaçıyorsunuz? dedim.

-Efendim, düşman! dediler.

-Nerede?

-İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemal-i serbestiyle ileri doğru yürü­yordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye… Düş­man da bu tepeye gelmiş. Demek ki, düşman bana benim askerlerimden daha yakın ve düşman benim bulunduğum yere gelse, kuvvetlerim pek fena bir vaziyete duçar olacaktı. O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakeme mi, mantıkiye midir, yoksa sevk-i tabii ile midir, bilmiyorum. Kaçan efrada:

-Düşmandan kaçılmaz, dedim.

-Cephanemiz kalmadı, dediler.

-Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim.

Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile Cebel bataryasının yetişebilen efradının marş marş’la benim bulunduğum yere getirilmesi için yanımdaki emir zabitini geriye yolladım. Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır.

Bir koca muharebenin ufacık bir lahzaya bağlı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğim burada olduğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanın mukadderatım iyileştireceğini o dakikayı görür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüylerini ürpertiyor.”

57.Alay’ın bir taburu düşmanın kuzey kanadını tutacak şekilde yerleşir. Bu kuvvetlere Mustafa Kemal, şu tarihi emri verir:

“Ben size taarruzu emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Siz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelebilir, başka komutanlar kaim olabilir.”

57.Alay bir sel gibi düşmanın üzerine atılır. Düşman sahile kadar geri püskürtülür. Öyle bir darbe yemişlerdir ki, ne yapacağını şaşıran düşman askerlerinin bir kısmının kayıklara binip kaçma çabaları görülür.

Savaştan sonra bir İngiliz yazarı, o günkü çarpışmalarda harekâtı komuta eden Mustafa Kemal hakkında şöyle diyecektir:

“Mustafa Kemal’in savaş yönetiminde gösterdiği şaşırtıcı başarılar silsilesi bu tarihten itibaren başladı diyebiliriz. Ne Liman Von Sanders, ne de başkasının göremediğini o görmüş. Gelibolu yarımadasına ancak Conkbayırı ile Kocaçimen Tepesi’nde egemen olunabileceğini o anlamıştı. Müttefikler buraları ele geçirselerdi, bütün boğaza egemen olurlar ve 20 km.’lik bir çevreyi istedikleri gibi topçu ateşine tutabilirlerdi. Küçük rütbeli ama dahi bir Türk subayının orada bu­lunması müttefikler için harbin en büyük talihsizliklerinden biri oldu.”

O günkü harekâtı yönettiği yere “Kemal yeri” adı verilmiştir.

30 Nisan’ 1915′de bir kumandanlar toplantısı yapılır. Mustafa Kemal şöyle der:

“Bir’e kadar hepimiz ölerek düşmanı mutlaka denize dökmemiz lazımdır, içimizde ve askerlerimizde, Balkan Harbi utancını tekrar görmektense ölmeyecek yoktur. Böyleleri varsa kendi elimizle kurşuna dizelim.”

Mayıs ayından Ağustos ayına kadar karşılıklı muharebeler sürer. Öte yandan 9. İngiliz Kolordu Komutanı da Türkler’in elinde bulundurduğu Anafarta sırtlarını elde etmek amacıyla 10 Ağustos sabahı taarruz için gerekli emirleri vermiştir. İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler hücum anını beklemektedirler.

Mustafa Kemal ise taarruzu çok erken saatlerde baskın tarzında planlamıştır. Bu taarruz süngü hücumu şeklinde olacaktır. O geceyi çok rahatsız ve uykusuz geçirir. Bir taraftan Anafartalar bölgesinden gelen raporlar ve önemli haberler, onu böyle hayati bir teşebbüs esnasında meşgul etmiştir. Bir taraftan da, önceki birkaç günün kötü yönetilmesi yüzünden, birliğini ve üst komuta ile temasını kaybetmiş, hâla da bulamamış bir takım komutanların doğrudan doğruya kendisine baş­vurmaları, bir dakika bile dinlenmesine imkan bırakmamıştır.

Sabahın erken saatlerinde herkes hazırdır. Birliklerin hücum tertipleri tamamlanmıştır. Çanakkale savaşının en büyük ve en kanlı taarruzu için harekete geçilecektir.

O anı Mustafa Kemal şöyle anlatır;

“Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz ve onların önlerindeki tabancaları ve kılıçları ellerinde olduğu halde subaylarımız, kırbacımın aşağıya inmesiyle birden demirden bir kitle halinde, aslanlar gibi saldırdılar ve ileriye atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde gök gürültüsü gibi (Allah! Allah! Allah!) seslerinden başka bir şey işitilmiyordu.

Düşman silah kullanmaya fırsat bulamadı. Boğaz bo­ğaza kahramanca mücadele sonucunda, ilk hatta bulunan düşman kâmilen yok edildi. Dört saat gibi kanlı bir mücadeleden sonra 23. ve 24. Alaylarımız Conkbayır’ı düşmandan tamamen temizledikten ve 28. Alay da Şahinsırt’ın en yüksek sırtını geriye attıktan sonra, Şan tarla, Ağıldere üzerine batıya doğru saldırdılar. Askerlerimiz önlerine çıkan düşman birliklerini yeniyor, bozguna uğratıyordu.

Conkbayır tepesi birliklerimizin eline geçtikten sonra, düşman karadan ve denizden yağdırdığı yoğun topçu ateşiyle bu tepeyi cehenneme çevirmişti.

Gökten şarapnel ve demir parçalan yağmur gibi yağıyordu. Büyük çaplı gemi toplarının tam isabetli daneleri yerin içine büyük lağımlar açıyordu. Bütün Conkbayır koyu dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes tevekkül içinde akıbetini bekliyordu. Etrafımız şe­hitlerle ve yaralılarla doldu.

Savaş meydanında olanı biteni gözetlerken, bir şarapnel parçası göğsüme isabet etti. Cebimdeki saat parça parça oldu. Şarapnel bu yüzden vücuduma girememiş, yalnız derince bir kan lekesi bırakmıştı.”

10 Ağustos taarruzu çok çetin ve çok kanlı muharebelere sahne olmuştur. Mehmetçik savaşın bütün evrelerinde olduğu gibi bu cephede de çok büyük kahramanlık destanları yazmıştır. Bakın o günkü mu­harebedeki askerimizin kahramanlıklarını Mustafa Kemal nasıl anlatır:

“Karşılıklı siperler arasında mesafe sekiz metre… Yani ölüm muhakkak! Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına hepsi düşüyor. İkinci sıradakiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. En ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılma yok! Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, Cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir! Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur!”

Artık Çanakkale Savaşı’nın akıbeti hemen hemen belli olmuştur. İstanbul’un düşman işgaline uğrama tehlikesinin ortadan kalkması, sadece İstanbul değil bütün memleket ahalisine de rahat bir nefes aldırmıştır.

Bu arada müttefik kuvvetlerinin Çanakkale’den çekilme hazırlıktan yaptıkları hissedilir. Ancak, bunu karşı tarafa fark ettirmemeye çalışmaktadırlar. Çünkü artık hiçbir kayba uğramadan çekilmek istemektedirler. İşte Mustafa Kemal buna razı olmamakta, düşmanın elini kolunu sallaya sallaya çekip gitmesini de bir türlü içine sindirememektedir. Son bir saldırı ile düşmanı denize dökmek istemektedir. Fakat komutanları ile anlaşamaz. Çanakkale’de yarım kalan işini daha sonra Büyük Taarruz’da gösterecek İngilizlerin cesaretlendirmesi ile Anadolu’yu işgal eden Yunan askerlerini Akdeniz’e dökecek, geldikleri yere gönderecektir.

Mustafa Kemal Atatürk, vatan topraklarımızdan; Balkanları, Kuzey Afrika’yı, Orta doğuyu kaybeden bir Cihan Devletinin kurmaylarındandı. Davranış ve Düşüncelerindeki asalet, feraset ve basiret’i; köklü tarih şuurundan, vatan sevgisinden, sarsılmaz imanından alıyordu.

Genç nesiller O’nu ve O’nun neslini tanıdıkça, Vatanımız üzerine oynanan oyunlara karşı nasıl mukavemet edeceğimizi öğrenecektir. Birlik ve dirliğimizi bozmadan; kötü niyetlilere karşı mücadele etmeyi, omurgalı duruş sahibi olmayı, zalimlerden merhamet beklememeyi kavrayacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk ve nesli, bilinmeden yarınlarımızı güvence altına almak mümkün değildir. Türk Vatanının Tapusu; Türk Milletinin tarihi tecrübesinde, insanlığa hediye ettiği şahsiyetlerde, şehitlerinin kanında, insanlarının alın terinde, alimlerinin mürekkebinde ve ariflerinin dualarında şekillenmiştir.

Kaynaklar:

  1. Sadeddin Özgür, Çanakkale Anlatılmaz Yaşanır. Özgür Medya. İstanbul.
  2. Yusuf Koç-ali Koç, Tarihi Gerçekler Işığında Mustafa Kemal Atatürk. Kamu Birliği Hareketi Eğitim Yayınları. Ankara 2004.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.