Türkiye: Yıkımın Eşiğindeki Ülke!

Türkiye: Yıkımın Eşiğindeki Ülke!
21.11.2020
A+
A-

Hedef, bir ülkeyi tümüyle çökertmekse eğer, Türkiye’dekine benzer bir planlama ve projelendirme ile mümkün olabilir ancak o ülkenin yıkımı.

Türk devlet geleneğinin yıkım projesi Haçlı Savaşlarının akabinde başladı. Türk milletinin örgütlü halini bilek gücüyle parçalayıp bu topraklardan atamayacağını anlayan batı ittifakı, Ön Asya’daki Türk birliğini ve dayanışmasını içerden bölecek sinsi teşekküller olan dini tarikatları icat etti. Din gibi kutsal bir mefhumu kendi çıkarlarına ve işbirlikçisi oldukları batının emellerine alet eden bu iğrenç tarikatlar, Selçuklunun ve Osmanlının yıkılışında da en etkili unsurdular.

İbni Rüşt, İbni Haldun, İbni Sina, Farabi gibi yıldızların din adına Araplarca kafir ilan edilmesiyle karanlığa bürünen Müslüman dünya, tarihin en büyük devrimcisi Atatürk’ün önderliğindeki Büyük Türk Devrimiyle yeniden aydınlandı. Türk Devrimi, Ortadoğu’daki petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının tespit edilmesinden hemen sonra gerçekleşmişti. Tarikatların toplumu çürütme, devleti yıkma potansiyelini bilen Atatürk, gücünü tarikat yapılanmasından alan hilafeti kaldırıp, tekke, zaviye ve türbeleri kapatarak evrensel hukuka dayalı akılcı, laik ve demokratik Cumhuriyeti inşa etmeye başladı.

Ancak batı bu kadarını hiç beklemiyordu ve ne olduysa bundan sonra oldu. Hemen harekete geçerek Anadolu’da Cumhuriyet karşıtı envai çeşit dini ve etnik temelli ayaklanma başlattı. En büyük korkusu ise laik ve demokratik Cumhuriyet fikrinin Ortadoğu’da karşılık bulmasıydı. Bunu önlemek için de İslam’ı siyasallaştırdı; bugünkü dinci terör örgütlerinin temellerini ta o günlerde Müslüman Kardeşlerle attı, Selçukludan, Osmanlıdan beri gelen tarikatları güçlendirdi, FETÖ gibi yenileriyle takviye etti. Haçlı döneminde yanına alamadığı Arapların ve diğer Müslüman toplumların desteğini vaat ettiği krallıklar, emirlikler, devletçikler karşılığında alarak finansmanını da onların petrodolarlarından sağladı.

Atatürk’ün ölümüyle birlikte Cumhuriyetin demokratik ve ekonomik alanda devam eden inşa sürecinin önüne geçildi. Bu misyonuyla ilgili vekaletini içerideki işbirlikçilerine verdi ve onları kimi zaman darbelerle çoğu zaman da sandık demokrasisi görünümü altında türlü dümenlerle hep iktidarda tuttu. Böylece birinci sanayi devrimini tamamlamasına rağmen bundan itibaren pek mesafe alamayan Türkiye, sonunda bir yıkım projesi olan AKP iktidarıyla gerileme dönemine girdi, doğrudan yıkım süreci başladı.

Gelinen noktada; AKP’den önceki 97 yıllık Cumhuriyet tarihinde toplanan vergi miktarı yaklaşık 750 milyar dolarken, AKP’nin ilk 17 yıllık iktidarında hazineye koyduğu verginin toplamı onun tam üç katı olan 2 trilyon iki yüz milyar dolardır. Kamu iktisadi teşekkülleri 65 milyar dolara satıldı. Dış borç tutarı 450 milyarı, toplam borç 1.24 trilyon doları buldu. Ülkenin kefen parasından vazgeçtik, Merkez Bankasının mevduatı eksi 40 milyar dolara düştü. Bu paraların ne olduğunu doğru dürüst bilen yok, hesabını soran da yok. Ayrıca bütçe açığı 239 milyara çıkmışken, bir yıl içinde ödenmesi gereken dış borç tutarı 189 milyar dolardır…

Ekonominin bu hali halkı yoksulluğa, işsizliğe, açlığa, hayat pahalılığına mahkûm etmiştir.

Sadece ekonomide mi? Yönetimin TBMM’den alınıp saraya verilmesiyle birlikte, Türkiye Cumhuriyetini demokratik bir devlet yapan tüm kurumlar çöktü. Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkenin etrafındaki tehditleri gidermede zorlanır hale gelmiştir. Emniyet, FETÖ’den temizlenmeye çalışılırken iktidardan yana siyasallaştırılmıştır. Tek adam yönetiminin sopası olmanın dışında Yargı diye bir şey kalmamıştır. Fikri, vicdanı, irfanı hür nesiller yetiştirmek amacıyla yapılandırılan laik Eğitim Sistemi, iktidar tarafından fonlanan çocuk tacizcisi çağdışı tarikatlara emanet edilerek çökertilmiştir. Atatürk döneminde imkânsızlıklar içinde, aşı üretimi dâhil dünyanın en muhkem kamu hizmeti haline getirilen Türk Sağlık Sistemi, felç edilmiştir.

AKP güce tapmaktan, güçlüye ram olmaktan ibaret olan fikri iktidarını kurma bahanesiyle halkı lümpenleştirdi. Türk halkı dini, milli, geleneksel, tarihsel ve kültürel değerlerinden uzaklaştırıldı. Topluma, biat kültürüne paralel şekilde yerleştirilen şiddet kültürü; insanla, çocukla, özellikle kadınla birlikte hayvana hatta doğanın ve hayatın tüm unsurlarına yöneltildi. Cumhuriyeti ve demokrasiyi kollayan tüm çevrelere, ülkenin temizlenmesi gereken kirli bağırsakları muamelesi yapıldı. Ülkenin bekasına kastedenler de demokrasi kahramanı yapıldı. Toplumun hak ve özgürlüklerini talep etme konusunda organize olması engellendi. Birlikte hareket etmesin diye kutuplaştırıldı. Eşitsizlik, fırsat eşitsizliğinin ilerisine taşınarak daha da derinleştirildi.

Ülke yoksullaştıkça, anayasal devlet olmaktan çıkarılması da kolaylaştı. Sendika ve meslek örgütleri düşmanlaştırıldı, FETÖ tarikatı gibi yasadışı yapılarla işbirliğine gidildi. Son yerel seçimlerde bölücü terör örgütü lideri ve kardeşinden medet umuldu. Bugünlerde de muhalefete ayar versin diye birer suç örgütü olan mafya babaları iktidar ortağı yapıldı.

Vatandaşın, “Evimize ekmek götüremiyoruz” söylemi abartı, Arap krallarının görgüsüzlüklerini geride bırakan “Yedi uçakla Kıbrıs pikniğine çıkmak” ya da Osmanlıdan kalan onlarca saray varken, “her iklim bölgesine dünyanın en pahalı saraylarını yaptırmak” devletin itibarı sayıldı.

Amerika, Avrupa ve tüm komşu ülkelere kafa tutulması sonucu bütün bu ülkelerle olan ilişkiler epeydir sıkıntılı bir sürece girmiş durumda. Amerika, Avrupa ve Rusya’dan Türkiye’ye nefes aldırmayacak yaptırımlar tetikte bekletiliyor. Dış politikadaki beceriksizliğin bedeli olan bu tehditler yetmezmiş gibi dünyayı esir alan Covit-19 salgınında Türkiye en dezavantajlı konumda: Cumhuriyetin başından beri aşı üreten Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatıldığı için ne aşı üretebiliyor ne de aşı alacak parası var Türkiye’nin, sipariş de verilmiyor.

Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlike ise açlıktır. Tarımın bitirilmiş olması bu yolu açmıştır. Her konuda üretemeyen bir ülke oldu. Lakin 83 milyonluk nüfusu olan, ayrıca akılsızlığından ötürü on milyonluk güruhun da bakımını üstlenmiş bulunan Türkiye’de tarımdaki üretimsizlik devam ederse hiç beklenmedik bir anda milletimiz açlık tehlikesiyle yüz yüze kalabilir.

Bütün bu yaptıklarının ülkeyi yıkıma götüren girişimler olduğunu AKP bilmiyor olabilir mi? O zaman ülkenin sorunlarıyla, halkın beklentileriyle bir ilgisinin kalmadığı bu yönetimin tek hedefinin, bilerek ve isteyerek ülkeyi yıkıma götürmek olduğundan şüphe duyulmaz mı?

Tarihi kişiliklerin, öngörülerinden kaynaklı geçmişten geleceğe göndermelerde bulunmak gibi huyları vardır. Atatürk’ün, “… Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!” diye gençliğe seslenişi, tam da bugünlere yapılan bir atıftır. Kurduğu Cumhuriyetin, bugün böyle bir yıkım projesiyle karşı karşıya kalacağını ta o günlerden görmüş olmalı.

Ondan dolayı olsa gerek, bu toprağın insanları kimi zamanlarda hep birlikte tepeden tırnağa genç kesilir. Tıpkı Kuvvayı Milliye destanını yazdığı günkü gibi. Tıpkı Ekrem İmamoğlu’nun ceketini çıkarıp kollarını sıvadığı günkü gibi. Şimdi, ülkenin ha yıkıldı ha yıkılacak dendiği ve behemehal bunun önüne geçilmesini herkesin kendine vazife bileceği günün şafağındayız. Dolayısıyla hepimizin ülkeyi bu badireden kurtarıp eskisinden daha güçlü bir demokrasiye kavuşturmak gibi ortak bir hedefi ve bununla ilgili söyleyecek sözü olmalı.

Ülkenin siyasi, toplumsal, ekonomik, sosyal, kültürel ve mesleki tüm muhalefetinin birleşmek zorunda olduğu gündür. En büyük görev ise demokratik sınırlar içinde birleştireceği milli muhalefete önderlik edecek siyasi partilere düşmektedir.

Biliyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisinin yetmiş yıldır doğru dürüst iktidar olamamasının nedeni,  emperyalizmin ve yerli ortaklarının yıkmaya çalıştığı  Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu olmasının yanında başından beri laik, demokratik ve antikapitalist duruşunu devam ettiriyor olmasındandır. Seçimleri kaybetmeyi, Cumhuriyeti ve demokrasiyi kaybetmeye tercih etmesindendir. İyi Parti, AKP’nin altüst ettiği siyasi dengelerin yeniden kurulmasında, siyasi yelpazenin en geniş dilimini oluşturan orta sağda şiddetle ihtiyaç duyulan partidir. Saadet Partisinin, ülkeyi yıkımın eşiğine getiren AKP’nin kendi içinden çıkmış olmasından büyük üzüntü duyacak kadar milli ve muhafazakar ahlaka sahip olduğu herkesin malumudur.

Zararın neresinden dönülse kardır diye bir atasözümüz vardır ya! Ahmet Davutoğlu ile Ali Babacan’ın ülkeyi yıkıma götürmek niyetiyle AKP’de üst düzeyde politika yapmadıkları, onların geç de olsa gerçeği görmeleri üzerine kendi iradeleriyle AKP’den ayrılmalarından anlaşılmaktadır. Parti kurup yeniden siyasi arenaya dönmeleri ülkeyi daha iyiye taşımak içinse eğer bu da milletimiz açısından sevindirici bir durumdur. İnsanlar, Adem oluncaya kadar etnikti. Dolayısıyla HDP’nin de gelişmiş medeniyetlerde insanların etnik değil düşünen soysal ve kültürel varlıklar olduğunu anlaması gerekiyor artık.

Hal böyleyken, kimse kimsenin samimiyetinden kuşku duymadan, arkasında Türkiye’nin geleceğinin bulunduğu hedefe odaklanmalıdır: AKP iktidarının öncülüğünde, FETÖ ve benzeri meşru veya gayrimeşru tüm uğursuz kesimlerin milletin başına musallat ettikleri bu kötü dönemin bir daha gelmemek üzere geride kalması adına verilen ve verilecek olan mücadelede herkese kolay gelsin.

YORUMLAR

  1. Binali anik dedi ki:

    Önce varsa hainlerin kötülerin temizlenmesi sonra ülkenin kurtuluşu için taşın altına elini sokacak gerçek yerli milli inançlı ilkeli ben deyil ülkem diyen vatan sevdalilarila işte o zaman ülke hem hainlerden hemde yıkılmadan kurtulur ASLI TÜRK DAMARINDA TÜRK KANI TASIYAN IMANLI MÜSLÜMAN TÜRKLERLE OLUR INANCIDAIM

    1. Önder Gümüş dedi ki:

      Yürekten katılıyorum size Binali bey. Hepimizin inancı ve mücadelesi sizin dediklerinizin doğrultusunda olmak zorundadır.