Türkiye Ulusal Tarım Manifestosu

Türkiye Ulusal Tarım Manifestosu
09.04.2019
A+
A-

Devleti idare edenlerin, iktidarlarını sürdürme arzularını ve şahsi menfaatlerini ülkemizin tarımsal gelişimini engelleyen küresel güçlerin siyasi emelleriyle birleştirdikleri görülmektedir. Ülkemizde can ve mal güvenliğini, adaleti, eğitimi ve sağlığı bilerek ve isteyerek yok edenlerden, aynı akıbete uğrattıkları tarımı kurtarmalarını veya iyileştirmelerini beklemek nafiledir. Zira son ekonomik kalelerimiz olan şeker fabrikalarının haraç mezat satışa çıkartılması ile süt ve et ürünleri ithalatının önünün açılması, Türkiye’nin tarımını gömecekleri mezara vurulmuş son kazmadır. Anlaşılan, ülke tarımının tümden bitirilmesinin fermanı verilmiştir.

Cumhuriyetimizin kurucusu ve ülkemizin en büyük ziraatçısı Atatürk, “Memleketin gerçek koruyucusu ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür” diyor. Eğer gerçek üretici olan köylüyü, çiftçiyi güçsüz ve çaresiz bırakırsanız devlet çözülür. Devlet çözülürse millet bölünür ve tarihten silinir. Türk milleti bunu hak etmiyor ve tarihinin hiçbir döneminde de böyle bir şey yaşamadı.

1980’lere kadar tarımda kendine yetebilen ilk yedi ülke arasında iken, insan gıdası ve hayvan yemi bakımından dışa bağımlı hale getirilen bugünkü Türkiye’nin ziraatçısı ve vatandaşı olmanın utancını yaşıyoruz. Bu manifestoyu bize yazdıran irade, bu utancı üzerimizde daha fazla taşımak istemediğimizin feryadıdır.

Türkiye, Japonya değildir; teknolojisi yok. Katar değildir; petrolü yok. Türkiye bir tarım ülkesidir, bir gün dünyanın süper devleti olsa dahi bunun yolunun tarımdan geçtiğini bilmek durumundayız.

Yer yer dört yüz metreye varan genişliği, bin kilometrelik uzunluğu ile yüz milyonlarca dekarlık dünyanın en mümbit toprağı olan Suriye sınırımız, sözde organik tarım yapılacak diye mayından temizlendi. Ancak terör örgütleri tarafından kevgire çevrilmesine göz yumuldu. Devleti yönetenler, terör örgütleriyle önce demokratik açılım adı altında kafa kafaya verip sonra onlarla yaptıkları savaşı iç siyasetteki çıkarları için karnavala dönüştürüp Türkiye’yi Suriye’de Ortadoğu bataklığına soktu. Medyanın yüzde yüzüne yakınından oluşturdukları propaganda gücü ile milletin dikkati, içinde ne dümenlerin çevrildiğini bilmediğimiz dış politikadaki bu sisli bataklığa yoğunlaştırılırken, fırsat bu fırsat dercesine tarımın son kaleleri olan şeker fabrikalarının satışı yapıldı, süt ve et ürünleri ithalatını kısıtlayan hatta bir ölçüde yasaklayan uygulamalar ortadan kaldırıldı. Bununla ülkemiz, Cargill gibi küresel tarım tröstlerine peşkeş çekilmektedir. Böyle giderse bilmeliyiz ki Türkiye’nin verimli toprakları Filistin toprakları gibi elden çıkacak, kalanı da başkalarının nükleer çöplüğüne dönüşecektir.

Bizi biz eden, her biri milli ekonomimizin, onurumuzun, gururumuzun birer abidesi olan tarımın bütün kaleleri, insanlığı hastalıklara, açlığa, köleliğe mahkum eden uluslar arası şirketler tarafından zapt edilmiştir. Ülkemiz batıyor. Buna seyirci kalmak kurtuluş değildir. Kurtuluşun yolu tarımımıza, hayvancılığımıza sahip çıkmaktır. Memleket ve millet sevgisi olan yurttaşlarımız için bu bir görevdir. Bir tarım ülkesi olan Türkiye tarımda çöküyorsa; önce açlığa, sonra da her yönden çökmeye ve başkalarına yem olmaya mahkumdur. O yüzden tarım, sadece tarımcılara ve siyasi iktidara bırakılamayacak kadar milli ve hayati bir meseledir.

“Kutlu Yürüyüş” dedikleri milleti aldatma projesinin bu on altı yıllık süreci, yine milletin ve memleketin gerçek koruyucusu ve efendisi olan her alandaki gerçek üreticiler tarafından sonlandırılmalıdır. Ülkenin her yaştaki ve her alandaki bütün namuslu üreticileri birleşmeli, ülkeyi bu hale getiren güç ve iktidar odaklarını ülkenin kaderini bu şekilde etkilemelerinden alıkoymalıdırlar.

Bunun öncesinde tarım cennet dönemini yaşıyordu demiyoruz lakin Tarım Bakanlığı’nın kuruluşuyla birlikte milletin önüne devletçi, halkçı ve devrimci ilkeler ışığında tarımda varılması gereken hedefler konmuştu. ‘Amerikan çocukları’nın yaptığı 12 Eylül darbesine kadar da bir nebze o hedeflere yaklaşılmaktaydı. Ancak o hedeflerden sapıldı. Turgut Özal, ‘anayasayı bir sefer delmekle bir şeycik olmaz’ demişti; o delikten iktidara gelenler bugün anayasayı tanımıyor. Turgut Özal kulağa hoş gelen Çikita Muz söylemiyle tarımda ithalatın önünü açmıştı; bugün A’dan Z’ye tarım ürünleri ithal edilmektedir.

Sonuç olarak, ülkemizde her alanda mal, hizmet ve bilgi üreten herkesin, can çekişen tarımı hayata döndürmek amacıyla aşağıda kaleme alınan yirmi bir maddelik bildirgeyi sahipleneceklerini umuyoruz:

  1. Ülkemizde tarım, tarımda gelişmiş ülkelerle rekabet edebilecek ölçüde desteklenmelidir. Mazottan vergi alınmamalı, tohum, gübre, ilaç, su, makine ve teçhizat gibi girdilere yapılacak desteklemeler en az Avrupa ülkelerindeki kadar olmalıdır. Planlanacak bir vadede, üretim maliyetlerinin düşürülmesine yönelik olarak bu girdilerin tamamı mutlaka yerli üretimden sağlanmalıdır.
  2. Türkiye’de tarımın sorunu öncelikle yapısaldır. Tarım, bütünlük içinde, nitelikli bir işleyişe kavuşturulacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
  3. Çiftçilik köylülükten ayırt edilmeli, bir meslek olarak tanımlanmalıdır. Yeniden yapılandırılacak tarımın nitelikli işleyişini sürdürebilmesi, çiftçinin de mesleki çıkarlarının savunulması ve korunması için idari ve hukuki açıdan güçlendirilmiş bir örgütlülüğe gidilmelidir.
  4. Ürünün çiftçinin elinde ve tarlada kalmaması, zaman, emek, sermaye, bilgi vb. kaynakların heba olmaması için planlı üretime geçilmelidir. Buna bağlı olarak dünyadaki bitkisel ve hayvansal üretimin her an takibi konusunda sağlıklı bir enformasyon geliştirilmelidir.
  5. Büyük, küçük, asgari ve aile işletmesi genişliklerinin reel tarifleri yapılarak, Türkiye koşullarında nitelikli işletmelere dönüştürülmelidir. Tarımın içinde bulunduğu nekahet dönemini atlatması için de küçük çiftçiye ve küçük tarım işletmeciliğine mikro krediler verilmelidir.
  6. Tarım ürünleri, tarladan sofraya gelene kadar her aşamada en etkili yasal denetime tabi tutulmalıdır. Yetki kargaşasına yol açmaması için denetim tek elden o da Tarım Bakanlığı tarafından yapılmalıdır.
  7. Üç yanı denizlerle çevrili ülkemizde iç suların da dahil edileceği şekilde, iç tüketime ve dış ticarete yönelik bir su ürünleri rejimi oluşturulmalıdır.
  8. Uygun zaman aralıklarıyla Tarım Şuraları yapılmalı, bu şuralarda sadece tarım kesiminin değil, bütün toplumsal kesimlerin görüş ve önerileri dikkate alınıp ona göre yenilikçi tarım politikaları belirlenmelidir.
  9. Dışa bağımlı olmaktan kurtulmak, ileride de hiçbir şekilde dışa bağımlı hale gelmemek için ülkemiz menşeli ve ülkemizin toprak ve iklim koşullarına uygun yetişen tohumların, bitki tür ve çeşitlerinin ve hayvan ırklarının ıslahına bir an önce geçilmelidir.
  10. Kârlı bir pazar için tarım ürünlerinin, özellikle de stratejik olanların ticaretinin güvenli rekabet koşullarında ve istikrarlı bir şekilde yapılabilmesi için mutlaka ürün borsaları kurulmalıdır.
  11. Yine kârlı bir pazarlama sistemi oluşturmak amacıyla her sektör bazında kooperatifleşmeye gidilmelidir. Ancak kooperatifler ahbap çavuş ilişkileri çerçevesinde değil gerçek üretici olan ortaklarının çıkarlarını önceleyen, işletme ekonomisinde ve ekonomi yönetiminde uzman olan kadrolarla yönetilmelidir.
  12. Tarımın her safhasında teori ile pratiği birleştirmenin de ötesinde kaynaştırıcı bir tarımsal eğitim sistemine geçilmelidir.
  13. Amacına uygun bir mera ıslahı yapılmalı ve hayvancılığın genel tarım içindeki oranı en az yüzde altmış ila yetmiş arasında tutulmalıdır.
  14. Toprak ve su kaynaklarının kullanımı, ülkenin ulusal çıkarlarını gözetecek ilkeler doğrultusunda planlanmalıdır.
  15. Tarımdaki kayıt dışılık, tarımsal gelişmenin önünde büyük bir engeldir. Dolayısıyla tarımdaki kayıt dışılık sıfırlanmalıdır.
  16. Ülkemizin toprak, su (iç sularımız ve denizlerimiz) ve iklim çeşitliliği, dünyanın en zengin polikültür tarımını yapmaya elverişlidir. Dolayısıyla sonuna kadar değerlendirilecek bu avantajın paralelinde tarım ve tarıma dayalı bütün sanayi ürünlerinde markalaşmaya gidilmelidir.
  17. Ülkemizde ve yerkürede tarımı olumlu veya olumsuz etkileyen iklim değişikliklerini izleyecek ve bu konuda küresel düzeyde yapılan çalışmalarda işbirliğine gidebilecek donanıma sahip kurumsal bir düzenlemeye gidilmelidir.
  18. İmparatorluk döneminden miras kalan ağır borçları ödeyen, ülkemizi bütünlük içinde kalkındıran ve dünyanın saygın bir ülkesi yapan ekonomik güç, tarımdı. O günün koşullarında tarımın gelişmesini sağlayan ise Devlet Üretme Çiftlikleri, Araştırma Enstitüleri, Hayvan ve Tohum Islah Merkezleri ile bunlara dayalı sanayiler olan Tekel Fabrikaları, Dokuma Fabrikaları, Şeker Fabrikaları, Süt Fabrikaları, Çay ile Et ve Balık kurumlarıydı. Çiftçiye destek verip ürününü alan Tarım Mahsulleri Ofisleri ve Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleriydi. Çiftçiye kredi ve finans temin eden Ziraat Bankası ile Tarım Kredi Kooperatifleriydi. Tarıma girdi sağlayan Zirai Donatım Kurumlarıydı. Çiftçinin tarlasına yol, su ve elektrik götüren Köy Hizmetleriydi. Tarım alanlarının topografyasını tespit eden, toprak ve su tahlilleri yapan Toprak Su Kurumlarıydı. Ve adını sayamadığımız daha nice kuruluş… Bunlar, ülkemizin stratejik tarım ürünlerine dayalı dev sanayi kuruluşları ve tarımsal kamu hizmeti üreten kurumlardı. Bunlar, ekonomimizin kaleleriydi ve yağmur misali bereketi ülkenin bütün sathına yaymışlardı. Şimdi ise düşman işgaline uğramaktan daha beter olmuşçasına bir masal anlatır gibi aziz hatıralarını yadetmekle kalıyoruz sadece. Atatürk, “Ekonominin Temeli Ziraattır” der. Sadece bizde değil, dünyanın her yerinde, gelmiş geçmiş bütün uygarlıkların temelinde tarım yatar. Öyleyse devletimizin ve milletimizin varlık nedeni olan bu kurumlar ve bunları kuran irade kimseye teslim edilmemelidir. Zira bilinmelidir ki bu, devletin ve milletin birliğinin ve bütünlüğünün teslimiyeti olur. Dolayısıyla onlar yeniden ayağa kaldırılmalı, daha da nitelikli hale getirilmelidir. Bununla da kalmamalı; tarıma dayalı sanayi büyütülmeli, geliştirilmeli, özellikle işlenmiş gıdaya ağırlık verilmeli ve katma değeri yüksek bir üretim biçimine geçilerek bitkisel ve hayvansal tarımda işlenmiş ürün ihracatı arttırılmalıdır.
  19. 2005 yılından bugüne uyguladığı tarımsal politikalardan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’nin tarımını ve hayvancılığını yok etmek üzere iktidara getirilen bir küresel proje olduğunu çok net bir şekilde okuyabiliyoruz. Zira coğrafi ve demografik yapısını göz ardı ederek kırsaldaki nüfusu şehir varoşlarına tıka basa doldurmak; tarımın bitirilmesi ile ekonomik ve toplumsal yapının bozulması kadar ülkemizin bekasının da tehlikeye atılması demektir. Bu politikaları durdurmakla, iç göçü de tarımı kurtaracak kadar tersine döndürmeyi başarmış olacağız.
  20. Sadece tarımın değil, genel anlamda Türkiye’nin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden birisi de toprak reformunun hala yapılmamış olmasıdır. Demokrasi ve evrensel hukuk çerçevesinde Türkiye’de “Toprak Reformu” mutlaka gerçekleştirilmelidir.
  21. Ve bütün bunlar, ülkemizin sürdürülebilir tarımı için her biri kendi cenahında demokratik ve uygulanabilir yasal güvenceye kavuşturulmalıdır.

Türkiye kamuoyuna saygı ile duyurulur.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.