Tohum tarımın önsözüdür

Tohum tarımın önsözüdür
02.08.2019
A+
A-

Sonhaber16 Gazetesinin kâğıda basılı çıktığı ilk sayısının, okuyucu tarafından yeni bir başlangıç olarak değerlendirileceği kanısındayız. Bu kanıdan hareketle, ülkemizin tarımına kafa yoran birisi olarak ben de bu sayıda genel hatları ile tohum konusunu ele almayı uygun buldum. Zira her şeyin bir başlangıcının olduğu gibi tarım da tohumla başlar. Öyleyse Bursa’da, Türkiye’de ve dünyadaki gelişmeleri ile ele alacağımız tarımın önsözü neden “Tohum” olmasın!

Tohum demek gıda demektir. Gıda, su ile birlikte yaşamın en merkezindeki metadır, yaşamın en olmazsa olmazıdır, yine su ile birlikte dünyada yakın geleceğin en stratejik değeridir. Tohum sağlıklı ve dengeli beslenmenin de önsözüdür. Onun için neoliberal siyasetin peygamberlerinden Henry Kissinger, “Ülkelerin kontrol edilmesi, gıdanın kontrol edilmesiyle mümkündür, bunun yolu da tohumun kontrol altına alınmasıyla başlar” demektedir.

Öncelikle nasıl ki tarih yazının icadıyla başlatılıyorsa, tohumun insan eliyle toprakla buluşturulması sonucunda da yerleşik hayatın başladığını söyleyebiliyoruz. Yırtıcılardan kaçışı zor olan kadın ve çocukların belli güvenli noktalarda tutularak bu merkezlerin yakın çevresinde tohum ekmeye, hayvanları evcilleştirmeye başlamasıyla, günümüz tarım ve hayvancılığının o muhteşem serüveni de başlamış olur. Bu serüven aslında bir uygarlıklar serüvenidir. Çünkü sadece kentleşmenin temelinde değil, bütün uygarlıkların temelinde tarım yatar. Kısacası hayat tarımla yani tohumla başladı.

ÜÇ KOŞUL GEREKİYOR; TOPRAK SU VE İKLİM

Her tohum, düştüğü her yerde bitmez. Bir tohumun, düştüğü yerde çimlenmesi, yetişmesi ve ürüne yatıp sonunda biçilmesi için üç koşul gerekiyor; toprak su ve iklim. Ülkemiz inanılmaz derecede yerkürenin en şanslı coğrafyasında yer almaktadır. Öyle ki yedi ana iklim bölgesine sahiptir. Doksan tane de mikro klima iklim noktacığı tespit edilmiştir. Su zengini bir ülke değiliz ancak gerekli su teknolojileri kullanıldığında kendine oldukça yetebilecek durumdadır. Topraklarımızın verimliliğine ise diyecek yok. Hani derler ya; ‘adam diksen biter’ dedikleri cinsten.

Dünyada tarımı yapılan birçok bitkinin ve hayvanın gen merkezi Anadolu’dur. Dolayısıyla bu toprak-su-iklim troikasının hüküm sürdüğü ülkemizde, dünyanın en gelişmiş tarımının yapılıyor olmasının sonucunda bereketin fışkırıyor olması gerekiyordu. Ama öyle değil. Sebebine gelince;

Menşei Anadolu olan iki bitki iki hayvan örneği verelim. Laleyi buradan alıp götüren Hollanda, ülkesinin koşullarına adapte ederek sadece laleden bizim toplam ihracatımız kadar para kazanmaktadır. Daha dün, 1980’den sonra mercimeğimizi alıp ülkesinin koşullarına adapte eden Kanada, mercimekte başta Türkiye olmak üzere dünyayı doyuruyor. Biz daha tanımadan, neye yaradığını anlamadan bambus arısını Anadolu’dan Avrupa’ya götürenler, tüm seracılıkta bunları tozlaşmada yani döllenmenin garantili şekilde gerçekleşmesinde kullanıyorlar. Antep keçisi ırkımız vardır. Biz onun da özelliklerini anlamadan, bunu ülkelerine götüren İsrailliler, kendi ikliminde yaptıkları ıslah çalışmaları sonucu bu keçiden günde yedi – sekiz litre süt elde etmektedirler. Bu miktar, bizim yerli ineklerimizden aldığımızdan daha fazladır. Bunun gibi yüzlerce örnek verebiliriz.

TOHUMLAR ÇEYİZ SANDIĞINDA

Tohum konusundaki artılarımıza ve eksilerimize gelecek olursak:

Tohum konusunda kökten duyarsız olduğumuzu tabi ki söyleyemeyiz; tabiatımıza, kültürümüze aykırı davranmış oluruz. Anadolu’nun birçok yerinde, evlenen kızların çeyiz sandığına sebze tohumları da konurdu eskiden. Kız gittiği yerde aç kalmasın veya kendi köyündeki yöresindeki sebzelerin aromasını, lezzetini gittiği yere övünçle götürsün diye. Bu, aslında halkımızın tohumdan bir kültür oluşturduğunun bariz bir göstergesidir.

Kuzeyimizdeki ülkelerinin bitkileri olması nedeniyle lahana ve turp dışındaki kışlık sebze tohumlarında değil belki ama yazlık sebzelerde az da olsa üretim yapılabilmektedir ülkemizde. Buğday, arpa, yulaf gibi tahılların tohumunda durum biraz daha iyidir.

Çok geç kalınmış olmakla birlikte, 1963 yılında tohumların üretimi, tescili, kontrolü ve sertifikasyonu hakkındaki 308 sayılı kanun çıkarıldı. Ama ne yazık ki gerektiği gibi uygulanmadı, uygulanmıyor.

Dediğimiz gibi Anadolu birçok bitkinin gen merkezidir. Eskide köylüler, bostanlarındaki en iyi yetişmiş sebzelerin tohumlarını bizzat kendileri bildikleri yöntemlerle muhafaza ederek bir sonraki yıla taşırdı. Dolayısıyla, o yörenin iklimine ve toprağına adapte olmuş sebzelerin kalitesi, aroması, lezzeti yüz yıllarca bu gelenekle muhafaza edildi.

Toba Tohumculuk sahibi Ziraat Mühendisi Ahmet Taşdemir…

GDO DOĞADA VE İNSANDA TELAFİSİ İMKÂNSIZ KÖTÜ SONUÇLAR DOĞURUYOR 

GDO’lu ürünlerin ülkemizde üretimi şimdilik yasak. Ancak GDO’lu soya ile mısırdan elde edilmiş yemin ithalatı serbest. Burada süt ve ürünlerimiz ile et ve ürünlerimizin GDO’lu yem yedirilen hayvanlardan elde edildiğini bilmek ve anlamak durumundayız. Böyle giderse işin ucu nereye varır bilemeyiz. Bilmemiz gereken şey, Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların doğada ve insanda telafisi imkânsız kötü sonuçlar doğurduğudur.

Ama ne yazık ki 1983’te Turgut Özal’ın iktidara getirilmesiyle birlikte, ekonominin her alanında olduğu gibi tarımda da kıyamet düdüğü çalmaya başladı ve tohumda da ithalatın yolu açıldı. O delik genişledi; bugün tohumu, damızlık hayvanı geçtik, bütün bitkisel ve hayvansal ürünlerde dışa bağımlı hale geldik.

Türkiye Tohumcular Birliği ve buna bağlı alt birlikler olsa da, tohum sektöründe organizasyon yetersizliği mevcuttur. Özel sektörde yer alan tohum ithalatçıları ve mahdut sayıdaki üreticilerin tek gayesi kardır. Hâlbuki, tohumculuk uzun soluklu ve en az ulusal güvenlik kadar da stratejik bir uğraştır. Devletin ve üniversitelerin bu alanda strateji belirlemesi gerekiyor. Tohumculukta en önemli safha ARGE’dir. Bunu da en iyi ancak üniversiteler ve araştırma enstitüleri yapabilir. Tohumculuğumuzun ARGE ayağı eksiktir.

TOHUMCULUKTA HEDEF KALİTE VE YÜKSEK VERİM

Tohumculuktaki öncelikli hedeflerden biri kalite, diğeri yüksek verimdir. Kaliteli ve yüksek verimli tohum ile damızlık elde etmek de ancak kar amacı gütmeyen devletin araştırma kurumları ile üniversitelerin, gelişmiş laboratuarları ve uygulama alanlarındaki iddialı çalışmaları sonucu mümkündür.

Ülkemizdeki iç ve dış karantina kurumları da verimsizdir. Zira en başta gelişmiş laboratuarları yok. Bu yetmezmiş gibi sanki, keyfi davranıyorlarmış izlenimi veriyorlar kamuoyuna. Yüzlerce ton meyvenin sebzenin, binlerce büyük baş hayvanın dışarı çıkartılırken veya içeri alınırken ki kontrollerini yapamayan, yapmaktan aciz karantinalar, farz edelim bir nokta büyüklüğündeki bir tohumun bir böceğin ne tür hastalıklar taşıyıp taşımadığı konusunda ne yapabilir ki?

Ülkemizin sınırları sadece göç hareketleriyle kevgire dönmüş değil, tohum gezginleri denen tohum ajanları da bir yolgeçen hanına döndürmüş ülkemizi. Örneğin kırk belirgin özelliği bulunan bir tohumumuzu alıp bu özelliklerden bir tanesini çıkartarak ya da sadece bir tane farklı özellik katarak onu kendi ülkesinin bir tohumu olarak tescil ettirebiliyorlar. Bir böceğimizi alıp onu geliştirip, kendi ülkesinin tarımındaki zararlılara karşı biyolojik mücadelede kullanabiliyor ve bunu da kendi adına tescil edebiliyorlar. Öz anası babası bizde fakat çocukları onlarınmış gibi dünya piyasalarına sürülüyor bu tohumların. Tabi bunu uzun süren takipler sonucu yapıyorlar. İnsanlar tohumların coğrafi aidiyetine, orijinine bakmıyorlar, başta söylediğimiz gibi amaçları ülkelere hükmetmek, egemen olmaktır.

Kaliteli tohuma giden yollardan birisi de tüketiciden geçer. Tüketici, “Bu domatesin tadı, kokusu, rengi, şekli annemin, babamın, nenemin, köylülerimin daha önce ürettiği domatese hiç benzemiyor” diyerek, aynı domatesin yeniden orijinine kavuşturulması için organize olup bu işin yurt içi ve yurt dışı tarafları üzerinde baskı unsuru olabiliyorsa ne ala. Olamıyorsa da orijini değiştirilerek, belki de bitki gelişim düzenleyicisi dedikleri hormonlarla büyütülüp olgunlaştırılan domatesi afiyetle tüketecektir.

GEN STOKLARIMIZIN BİTEBİLİR

Gelelim tohumculukla ilgili ülkemizdeki en önemli iki soruna: Birincisi tarımın dip yapması ve bu vesileyle çiftçinin köylerinden ve topraklarından el çekmesidir. Bu durum, yerli tohumlarımızın genetik açıdan tamamen sahipsiz kalması demektir. Yani gen stoklarımızın bitmesine sebep olur.

İkincisi, tohumculuğumuzun diğer bütün tarımsal faaliyetlerdeki gibi devlet desteğinden yoksun bırakılmasıdır. Devletin şu an ki tutumuna baktığımızda, çiftçinin kendi tohumu da olsa sertifikası olmayan tohumlara destekleme yapmam diyor. İyi de, devlet bu memleketteki bin bir çeşit tohumu ıslah edip sertifikalandırdı da mı çiftçiden bunu istiyor, anlamak güç! Bunu yapmakla devlet kendi çiftçisini korumuyor, tohumculuğumuzun ve tarımımızın gelişmesine de hizmet etmiyor. Çok acıdır ama bilakis devletimiz, çaresiz bıraktığı Türk çiftçisi üzerinden uluslar arası tohum tekellerini destekliyor.

Bu olumsuzluklara karşı bazı yurtsever üreticilerimiz ve belediyelerimiz, çıkışı tohum takası gibi yöntemlerde aramaktadırlar. Takas yöntemi, tabi ki tarımsal işleyiş açısından son derece iyi bir taktiktir. Yalnız buradaki sakınca, takas edilen tohumlar yeterliliği olan laboratuarlarca kontrol edilmedikçe, hastalıkların transferine açık olacaklardır. Bir de ekonomik üretime dönük olmaktan ziyade, duyarlı olsalar da sanki kent merkezlerinde yaşayan insanların balkonlarındaki, küçük hobi bahçelerindeki uygulamalara dönük yapılıyormuş izlenimi vermektedir. Yani takasla tohum ıslah edilemez, gen stoklarımız muhafaza edilemez.

TÜRKİYE KENDİ TOHUMUNU ISLAH ETMELİ

En doğru, en samimi çözüm, Türkiye’nin kendi tohumunu ıslah etmesidir. İçinde, ülkemizin hayvan ve bitki genetiğinin muhafaza edildiği, çiftçinin desteklenerek üretimin teşvik edildiği bağımsız bir tarım politikası olmalıdır. Sadece sertifikalı tohuma desteğin yapılması saçmalığından bir an önce vazgeçilmelidir. Destekleme, sertifikalı olsun olmasın menşei bu topraklara ait olan tüm tohumlara yapılmalıdır. Yüzlerce üniversite, kırkın üzerinde ziraat fakültesi varken, tohum ıslahının yapılamıyor olması, tohum gen merkezlerinin, gen bankalarının olmayışı, çiftçisine verecek sertifikalı tohumunun olmayışı, Türkiye’nin ayıbıdır. İşte Türkiye’yi tohumda dahi dışa bağımlı hale getiren, onu uygarlığın dışında tutan, onun bu ayıbıdır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.