Salgın ile nüfus ilişkisi

Salgın ile nüfus ilişkisi
13.04.2020
A+
A-

Salgınlar, gündemimize yeniden girdikten sonra sebepleri araştırılmaya başlandı. Çevre tahribatı, hava kirliliği, doğanın dengesinin bozulması, ozon tabakasının incelmesi, buzulların erimesi ile iklim değişikliği gösterilmeye başlandı. Çevreye en büyük zararı ise insan veriyor ve insan nüfusunun artması, aç gözlü hırsı ile doğa tahribatının artması; onun sebebi ise aşırı nüfus artışı suçlanmaya başlanmıştır.

İnsanlık tarihinin ilk büyük nüfus artışı, insanların göçebe yaşam biçiminden, yerleşik bir yaşam biçimine geçmeleri ile olmuştur. Hiç şüphesiz, avcılık ve toplayıcılıktan daha garantili bir beslemeyi sağlayan bu yeni yaşam biçimi, insanların daha iyi beslenebilmelerine ve dolayısıyla da daha fazla ve hızlı bir oranda üremelerine yol açmıştır. Sanayi devrimi ile artan verimlilik, nüfusun hızla artmasını sağlayan son büyük sıçramayı başlatmış oldu.

Şehir, medeniyetin doğduğu, geliştiği, bütün insanlığı yararlandırmak için genişleyip yayıldığı, büyük ölçekli nüfusun yaşadığı yerdir. İbn-i Haldun’un şehirleşmenin insan sağlığını bozduğunu, şehir insanın sağlıksız ve tehlikelere açık olduğunu söylemesi; bir gözlemin neticesidir. Çünkü kalabalık yaşam ile salgın hastalıklar görülmeye başlanıyor. Eskiden mal ve hizmet için karayolu ile kervanlar, deniz yolu ile gemiler kullanılırdı. Kervan her geçtiği güzergâhta kervansaraylar, hanlar kurularak; hamamlar ile temizlik, dinlenme, dinç ve sağlıklı oluyormuş, hastalık yayılımı azmış. Deniz yolu ile uzun yolculuk, yetersiz beslenme, yetersiz dinlenme, sağlıksız koşullar farelerin varlığı nedeni ile salgınları taşıyan en önemli yolmuş. Vebada doğudan batıya deniz yolu ile taşınmıştır. Bugün için ise hava taşımacılığının artması ulaşımı hızlandırmış, aynı zamanda hastalıkların yayılmasında da kolaylaştırıcı rol oynamıştır.

Kontrolsüz nüfus artışının, mevcut kaynaklar üzerindeki baskı ve rekabeti artıracağı ve bunun da yaşam kalitesini düşüreceği fikrini bilimsel anlamda ilk ortaya atan kişi, İngiliz nüfusbilimci Thomas Robert Malthus’tur. Bir rahip olan Thomas Malthus, 1803’te yayımladığı Nüfus Artışı Hakkında Araştırma adlı eserinde yiyeceklerin aritmetik, nüfusun ise geometrik arttığını iddia eder. Bu dengesizlik ise salgınlarla, doğal afetlerle dengelenmektedir. Malthus’a göre nüfus artışı kontrol altına alınmazsa, nüfus çok kısa sürede hayatta kalmak için gerekli kaynaklardan daha fazla olacaktır. Bu düşüncelerinden dolayı geç evlenmek ve az sayıda çocuk sahibi olmayı desteklemiş, nüfus planlamasının, yine ona göre sefaletin sebebi olan alt sınıflara uygulanması fikrini benimsemiştir. Malthus’a göre toplumsal müdahale ve yardımlar da yanlıştı ve süreç doğal akışına bırakılmalıydı.

İnsanları besleyen ve hayatta kalmalarını sağlayan tarımsal üretim ile o toplumdaki nüfus artışı arasındaki uyumsuzluktan, yani insanları besleyecek yeteri kadar gıdanın üretilememesinden kaynaklanmaktadır. Buna göre, tarımsal üretim arttığında insanlar daha fazla üreme, sahip oldukları çocuk sayısını artırma eğilimi göstermektedirler. Tarımsal üretimin artışı bir süre sonra nüfus artışına yetişemediği için devreye “Malthusçu kontrol mekanizmaları” denilen, kıtlık, salgın ve savaşlar girmekte, bu “kontrol mekanizmaları” dünya nüfusunu tekrar düşürmekte ve böylece tarımsal üretim tekrardan toplam nüfusa yeterli hale gelmektedir.

Afrika ülkelerine bakıldığında, Malthus’u doğrulayan bir tablo ile karşılaşıyoruz. Gelişmemiş ülkelerde doğurganlık fazla olmasına rağmen, doğumdaki ölümler, iç savaşlar, yetersiz beslenme, sağlık ve hijyen koşulları sebebiyle bu artış, aynı doğada olduğu ve Malthus’un dediği gibi dengelenmektedir. Bu ülkelerde ortalama yaşam beklentisi düşük, nüfus ise gençtir. Oysaki özellikle gelişmiş batı Avrupa ülkelerindeki düşük nüfus artışı, ortalama yaşam süresini uzattığı gibi, kaynaklar üzerindeki baskıyı kontrollü şekilde tutmaktadır. Bu da her açıdan refahı beraberinde getirmektedir.

Nüfus artışının davranışlarda değişimi yanında yamyamlık, kargaşa, şiddet, talana sebep olduğunu gösteren fare deneyi var. Nüfusun zirve noktası olan 2200 fareye 560. günde yani bir buçuk yılda ulaşılıyor. Bu noktada gittikçe daha çok hızlanan bir nüfus düşüşü başlıyor ve 610. günde nüfus 100’ün altına düşüyor. Bu deney Malthusçu kontrol mekanizmaları desteklemektedir. Hayvandan insanı irade, bilinç ve akıl farklı kılar, bu hasletler ise soğukkanlı olursa kullanılabilir. İnsan, soğukkanlılığını kaybedip, paniğe kapıldığı zaman iradesini, bilincini ve aklını kaybeder. Panik anında hayvansal içgüdüler, hayatta kalmaya dayalı refleksler devreye girer. İlk olarak da hayatta kalma dürtüsü devreye girer.

Birleşmiş Milletler’in raporlarına göre, 2050 yılında dünya nüfusu 10 milyarı aşacak ve bu durumda şehirlerde hayat yaşanmaz hale gelecek, içecek temiz su bulunmayacak, iletişim vasıtaları çalışamaz duruma düşecektir. Hızlı nüfus artışı, gelişmekte olan ülkelerde kaynakların yetmemesine, kalkınma hızlarının yavaşlamasına, ekonomik ve sosyal sorunların artmasına neden olmaktadır. Kalabalık nüfusa sahip Çin, Hindistan ve Afrika’da nüfus planlaması yapılmalı. Vahşi hayvan pazarları kapatılmalı, börtü böcek, yarasa, fare yenmesi önlenmeli, mümkünse yasaklanmalıdır.

Malthus’a göre toplumsal sefaletin en büyük nedeni alt sınıflardı. Bu yüzden nüfus planlaması üst sınıflara değil, alt sınıflara uygulanmalıydı. Halka yardım yapılmamalıydı. Tersine kıtlıklarla, salgınlarla halktan kurtulmak gerekiyordu! Güçlülerin hayatta kaldığını açıklayan evrim teorisinin sahibi Darwin de aynı kültürün ürünü, güçlü olan hayatta kalır, adaptasyon ve uyum yeteneği hayatta kalmayı belirlemektedir. Thomas Malthus’da İngiliz kültürünün deneyci gözlemci temsilcisi, İngilizler deneycidir. Bu deneycilik kimliklerine o kadar işlemiş ki, virüs bağışıklığını topluma deneyle uygulamaya kalktılar. Yeni salgında İngilizlerin tutumu da eski genel görüşe uyumlu. Kraliçe’nin Başbakanı Boris Johnson da korona virüs salgınının ilk günlerinde bunun modern versiyonunu savunuyordu: Sürü bağışıklığı. Böylece yaşlılar, hastalar, zayıflar temizlenirdi!

Amerikan kültürü ise faydacılık ahlakı benimsenmiştir. Bu düşünceye göre faydama olan doğrudur. Bu sebeple ellerindeki malzemeleri Çin’e sattılar. Şimdi zor durumdalar. Bu düşüncenin günümüzdeki örneği Teksas Vali Yardımcısı Dan Patrick, “Yaşlılar, kamu sağlığı önlemleri için harcanan paranın ABD ekonomisine zarar vermesindense ölmeyi tercih eder” (24.3.2020) diyordu örneğin.

Yani ABD ekonomisi zarar göreceğine, yaşlılar ölmeliydi!

Nüfus planlaması her milletin beşeri sermayesi olan nüfusun kalitesini artırmak, eğitim düzenini yükseltmek, refahını yükseltmenin ön koşuludur. Bir ülkenin gelişmesi için gerekli ilk planlama. Ekonomi de, eğitim kalitesi de öncelikle nüfus planlaması ile başlayabilir ancak. Çok uzun vadeli bir planlamadır, meyvelerini yıllarca sonra toplayabilirsiniz.

Çevre tahribatı, hava kirliliği, temiz su kaynaklarında azalma, tarım alanlarında azalma, hızlı plansız yapılaşma, alt yapı sorunları, çok fazla nüfusun yaşadığı büyük şehirler sağlığımızı bozuyor ve salgınların yayılmasına zemin oluşturmaktadır. Planlı şehirleşme, çevre merkez ilişkisi, yeşil alan, oyun alanı ile sanayi şehir dışına taşınarak sağlıklı şehirler oluşturulmalı. Planlı şehirleşme, planlı ekonomi gibi nüfus planlaması yapılmalıdır.

Aileler gerekli koşulları sağladıktan sonra çocuk sahibi olmayı düşünmeli ve bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olmalıdırlar. Eğitim için hiçbir masraftan kaçınmamak gerekir. Unutulmamalıdır ki, gelişmiş ülkeler için en değerli şey, yetişmiş insan gücü, yani insan sermayesidir. Bu da ancak kaliteli ve yeterli bir eğitimle sağlanabilir.

Nüfus güçtür tezi yanlış, doğrusu kaliteli nüfus güçtür. Öyle olsa Afrika, Almanya’dan daha güçlü ve zengin olurdu. Kaliteli nüfus kalkınmayı ve gelişmeyi sağlar; onu da kaliteli, nitelikli bilimsel düşüncenin sahip olduğu eğitim sağlar.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.