Küresel güçler ve Türkiye…

27.10.2018
A+
A-

Siyaset Bilimci Mehmet Emir Aksoy, son dönemde dünyada ve Türkiye’nin dış politikasında yaşadığı sorunları www.Sonhaber16.com’a anlatırken, Rahip Brunson ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı olayının perde arkasındaki gelişmeleri de aktardı.

Aksoy, Türkiye’nin dış politikasında yaşananlarla ilgili Türkiye Cumhuriyeti’nden öncesi dış politikamız ve Türkiye’nin kuruluş itibarıyla olan dış politikasına bakmak gerektiğini belirterek, ‘’Türkiye’nin jeostratejik konumu nedeniyle emperyal güçlerin ortasında yani batı ve doğu kültür politikalarının ortasında kalması sebebiyle denge politikası oluşturulmuştur’’ dedi.

***

MEHMET EMİR AKSOY KİMDİR?

Girne Amerikan Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümünden mezun olan Mehmet Emir Aksoy, siyaset yapan değil, siyaset üreten bir anlayışla hareket etmeye çalışıyor.

Öğrencilik dönemlerinde Türki Cumhuriyetlerle yakın ilişkiler içerisinde olan Siyaset Bilimci Aksoy, “Türk Dünyası Öğrenci Birliği”ni kurarak yabancı ülkelerden gelen Türk öğrencilerle farklı çalışmalara imza attı.

KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın “Kıbrıs’ın Son Elli Yıllık Tarihi” isimli kitabın derlemesinde, alanında uzman kadro ile destek vererek katkı koydu.

2010 yılında Bilkent Üniversitesi’nin “Küresel Güvenlik” sertifikasını almaya hak kazandı. Yine aynı yıl Okan Üniversitesi “Fikri Mülkiyet Çerçevesi” sertifika eğitimi aldı. Lisans ve sertifika programlarını müteakip inceleme ve araştırmalarda bulunmak amacıyla Hollanda, Luxemburg, Belçika, Fransa, İtalya, İspanya, Yunanistan, Almanya, Monte Carlo Prensliği, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Gürcistan ve Rusya gibi ülkelerde bulundu. Bu ülkelerin yerel yönetimler ve genel idare yöntemleri hakkında araştırmalar yaptı.

***

İşte Siyaset Bilimci Mehmet Emir Aksoy’un www.sonhaber16.com‘sorularına verdiği cevaplar:

Türkiye’de siyasal konjonktürü nasıl görüyorsunuz?

Tarihsel süreçte birincisi Türkiye Cumhuriyeti’nden öncesi dış politikamız ve sonra Türkiye’nin kuruluş itibarıyla olan dış politikasına bakmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu zamanki yetersiz imkanların ve ayrıca Osmanlı’nın yıkılma sürecinde denenmiş bir çok ideolojinin başarıya ulaşmaması sebebiyle, belli kriterler üzerine oturtulmuştu.

Ve sonrasında Türkiye Cumhuriyet dış politikasını, Türkiye’nin jeostratejik konumu nedeniyle emperyal güçlerin ortasında yani batı ve doğu kültür politikalarının ortasında kalmasına sebep olmuştur. Bu sebeple denge politikası oluşturulmuştur. Bunların sebebi, kuzeyinde ve doğu bölgesinde Sovyetler gibi bir ülke olması, batıda Avrupa ve batılı ülkelerin olması. Bu durum, Türkiye’nin her iki tarafta eşit mesafede duran bir dış politika izlemesine yol açmıştır.

Türkiye’nin 720 km’lik güney sınırında 22 Arap ülkesine inen sınır konumu var ki; kimi zaman zorluğunu, kimi zaman kolaylığını yaşamıştır. Ortadoğu ülkelerinden etkilenmiştir, konumu dolayısıyla Türkiye riskli bir coğrafyadadır.

Konumumuz her ne kadar risk taşısa da, enerji jeopolitiği açısından Türkiye, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bir çok prestijli projenin geçiş noktasıdır. Her geçen gün artan AB ülkelerinin enerji açığı bu hatlarla karşılanacak ve Türkiye zamanla dokunulmaz bir ülke haline gelecektir. Jeopolitik konumumuz gün geçtikçe gücüne güç katabilir. Özellikle Azerbaycan gazının TANAP projesiyle, Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması Türkiye için cazip fırsatlar doğuracaktır.

Türk dış politikasında dünya ile yaşanan problemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk’ün hiç bir şekilde dış geziler yapmadığını görürsünüz. Bunun karşılığında İngiliz Kraliyeti’nin, İran Şahı’nın mekik diplomasisi yaptığına şahit oluyoruz. Atatürk son derece kararlı bir dış politika izleyen bir liderdi…

Atatürk’ün üzerinde önemle durduğu Misak-ı Millî sınırlarımız, barış yapmak için makul ve asgarî koşullar içeren bir alan. Barışa ulaşmak için de bir araya getireceğimiz esasları içine alırdı. Bununla beraber Gazi Mustafa Kemal’in 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde söylediği, “Vasiyetim şudur ki, dış borç almayınız, üretip satınız. Bir ülke ne zaman başka ülkelere yardım ve kredi için avuç açmıyorsa tam bağımsızdır’’ demiştir.

Bir ülke bağımsız bir dış politika geliştirmek istiyorsa, milli bir ekonomi ve milli üretim esaslarına önem vermelidir.

Türkiye 1. Dünya Savaşı’ndan her ne kadar etkilense de kendi kendine yetebilecek şartları oluşturmuş ve tüm imkansızlıklara rağmen onlarca fabrika kurmuştur.

Günümüz siyasetinde birçok hakarete uğrayan İnönü döneminde 2. Dünya Savaşı’nda taraf olunmayarak ülkemizin zarar görmemesine ve şartlarımız gereği sanayileşme politikalarımıza önem verilmiştir. Fakat bu süreç, ne yazık ki Adnan Menderes döneminde alınan Marshall yardımları ve dış borçlar ile Türkiye’nin eksenini ABD’ye kaydırdı…

Her şey Türkiye için o tarihlerde başladı… Malumunuz o tarihlerde meclis izni dahi olmadan Kore’ye gönderilen Türk askeri ve NATO süreci var.

Dünyada yaşanan mülteciler sorunu var. Türkiye de bu konuda son yıllarda en büyük sıkıntıyı çeken ülke. Suriyelilerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Mültecilerin Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları bildirgeleri dolayısıyla kendilerine tanınan belirli hakları mevcut. Ülkemiz, Birleşmiş Milletler’e bağlı olan 193 ülke arasında en çok mülteci barındıran ülkedir.

Devlet büyüklerimizi kutluyorum, mültecilere Türkiye’nin kollarını açmış olması güzel, fakat 3 milyon 500 bin Suriyeli ve diğer ülke mültecilerinin ne yazık ki Türkiye tarafından beslenmesi ve sağlık sorunlarıyla ilgilenilmesi beraberinde bazı sorunları da getirmektedir. Mültecilerin sorunlarını çözüme kavuştururken kendi vatandaşlarımızın mağdur edilmesi üzücüdür.

Mültecilerin nüfus cüzdanları sıradandır (tasnif edilmesi kolay), yüzde 95’i ülkemize kimlikle girmiştir. Bu kişiler güvenli değildir, pasaport almamışlardır. Bu mülteciler, cihadçı örgütünden mi, nereye bağlılar belli değildir, geçmişlerini bilmiyoruz.

Suriyeli mülteciler meselesine konuşurken, Küba ve ABD arasında yaşanan mülteci krizine bakmak gerekir.

70’li yıllarda Amerika ve Küba krizinde Küba’dan gelen gemilerin Amerikan sahiline gelmesiyle Kübalılara iltica hakkı veriliyordu ve binlerce Kübalı muz tekneleriyle Amerika’ya gelmişlerdi. Fidel Castro o dönem Kübalılara, ‘’ABD size kucak açıyorsa, oraya gidin, orada kalın’’ demiş ve ardından Küba cezaevlerini boşaltıp ABD‘ye göndermişti.

Ve bugün Amerika’daki yasadışı işlere bakarsanız, organize mafya çeteleri, uyuşturucu tacirleri, organ ticareti tamamıyla Küba’dan gelen mültecilerin elindedir.

Suriyeliler’in evlerine ve ülkelerine rahatça dönmelerini sağlamalıyız.

Tutuklanan ve serbest bırakılan ABD’li rahip Brunson olayı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu olay Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkileri nasıl etkiledi?

Türkiye ile Amerika arasında daha önce bir İdlib meselesi, Suriye ile alakalı belli itilaflarımız vardı, bir de malumunuz Afrin meselesi…

YPG’nin Suriye’de kolu olan teröristlere Amerika’nın silah vermesinden dolayı kriz yaşanmıştı. Bu krizler Rahip Brunson olayını doğurdu.

Belli ithamlar yapıldı, gizli tanıklarla Brunson’a PKK’lı, FETÖ ile işbirliği içinde olduğu gündeme getirildi.

Amerika’nın başkan yardımcısı ve Amerikan başkanının talimatıyla da serbest bırakıldı.

Bu olay, Amerika’nın iç seçim malzemesi yapılmış haliydi. 12 Ekim günü mahkemede gizli tanıklar ifadelerini çektiler, ‘biz böyle bir şey demedik’ dediler. Sonuç olarak ta Rahip Brunson serbest kaldı.

Siyasette büyük söz söylenmemesi gerektiğini anladığımız bir süreç yaşadık.

Dış politikada kuru kabadayılık olmaz, gün gelir sınıfta kalırsınız…

Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayı gündemi hayli meşgul etti. Bu olay neden Avrupa ülkelerinde değil de Türkiye’de yaşandı?

Cemal Kaşıkçı’nın selefilere karşı aldığı tavır, İhvan hareketine yakınlığı ve bu yakınlığın Türkiye tarafından desteklenmesi üzerine, Türkiye’ye mesaj verilmek üzere yapıldığına inanıyorum.

Fakat Suudiler, Türkiye’ye mesaj vermek isterken dünya kamuoyunda büyük bir prestij kaybına uğradı ve bu durum Veliaht Prens Bin Selman’ın görevden azledilmesine kadar uzanabilir.

Açıkça söylemek gerekirse Türkiye bu krizi mükemmel yönetti. ‘Ava giden avlandı’ demek tabiri caizse yerinde olur diyebiliriz.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.