ATATÜRK: Milli ekonominin temeli tarımdır

ATATÜRK: Milli ekonominin temeli tarımdır
28.10.2019
A+
A-

Atatürk, ülkemiz için gerçek amaç ne ise onu en iyi gören ve tüm samimiyetiyle ülkemizi o hedefe doğru taşıyan eşsiz bir insan, büyük bir liderdi. O gün yüzde 78’i kırsal kesimde yaşayan toplumun ekonomik ve sosyal yaşam düzeyini yükseltmenin, Türkiye’nin kalkınması ile aynı önemde olduğunu ta başından biliyordu.

“Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi ikincisine daima mağlup olmuştur” der, Atatürk. Katıldığı gerek cephe, gerek meydan savaşlarının tümünde muzaffer olmuş bir komutan olarak Atatürk’ün “Kılıç” ve “Saban” karşılaştırması, onun izlediği siyasi ve ekonomik politikanın sağlam ve tutarlı olduğunun en bariz kanıtıdır. Zamanı gelince silahı bırakıp askeri zaferlerle kazandığı toprakları, çizdiği sınırları koruyabilmek ve bu sınırlar içinde yaşayan halkını aç ve açıkta bırakmayıp, onu sağaltmak, eğitmek, medeni kılmak için ekonomik olarak kalkındırmak gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır. Ayrıca askeri zaferlerin, ancak ekonomik zaferlerle tamamlanması durumunda önem kazanacağını birçok yerde açıklıkla belirtmiştir. Atatürk’e göre ekonomi demek; yaşamak için, insanların var olması için ne lazımsa, odur. Tarımın ekonomideki yerinin en başta geldiğini de onun birçok söylevinde görüyoruz.

ATATÜRK’ÜN TARIM İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

Atatürk, 1 Kasım 1937’de TBMM’nin 5. Dönem ve 3. Toplantı Yılının açılış konuşmasında tarıma yoğunlaşarak, o güne kadar birçok şey yapılmasına rağmen olanları yeterli görmeyerek, ekonomide daha ileri gidebilmek için bilimsel veriler ışığında güçlü bir tarım politikasının oluşturulması gerektiği konusundaki düşüncelerini şöyle açıklamıştır:

“Milli ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edeceği bir ziraat rejimi kurmak lazımdır. Bu siyaset ve rejimde yer alabilecek önemli noktalar başlıca şunlar olabilir:

Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olan ise bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünmez bir mahiyet almasıdır. Büyük çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliğini, arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine göre sınırlamak lazımdır. Küçük büyük bütün çiftliklerin iş vasıtalarını artırmak, yenileştirmek ve korumak tedbirleri, vakit geçirilmeden alınmalıdır. Memleketi iklim, su ve toprak verimi bakımından ziraat bölgelerine ayırmak icap eder. Bu bölgelerin her birinde köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik ziraat merkezlerinin kurulması gerekir. Bugün devletin idaresinde bulunan çiftliklerin ve bunların içindeki türlü ziraat-sanayi kurumlarının bir kısmı, ziraat hayat ve faaliyetinin bütün sahalarında her türlü teknik ve modern tecrübelerini tamamlamış olarak bulundukları bölgelerde en faydalı ziraat usul ve sanatlarını yapmaya hazır bulunmaktadırlar. Bu, bakanlık için büyük kolaylıklar temin edecektir. Ancak gerek mevcut olan ve gerek bütün memleket ziraat bölgeleri için yeniden kurulacak ziraat merkezlerinin sekteye uğramadan tam verimli faaliyetlerini, şimdiye kadar olduğu gibi devlet bütçesine ağırlık vermeksizin, kendi gelirleriyle kendi varlıklarının idare ve gelişmesini temin edebilmek için bütün kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurumu teşkil olunmalıdır. Bir de başta buğday olmak üzere gıda ihtiyaçlarımızla endüstrimizin dayandığı türlü iptidai maddeleri temin ve dış ticaretimizin esasını teşkil eden mahsullerimizin ayrı ayrı her birinde miktarı artırmak, kalitesini yükseltmek, elde etme masraflarını azaltmak, hastalık ve düşmanlarıyla uğraşmak için gereken teknik ve kanuni her tedbir, vakit geçirilmeden alınmalıdır.”

AŞAR VERGİSİ KALDIRILDI

Bu metne dikkatle bakıldığında, tarımsal uygulamaların her aşamasını göz önünde bulunduran kapsayıcı bir tarım politikasını içerdiği çok net anlaşılmaktadır. En başında, ‘memlekette topraksız çiftçi kalmamalıdır’ diyor. Eğer çiftçiysen, üretmek istiyorsan önce işleyebileceğin toprağın olmalı. Toprak dağıtımı yapılmış, devlete ait toprakların onda biri dağıtılmış ve bunun önemli kısmı Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan gelen göçmenlere verilmiş. Toprak kanunundaki aksaklıkların giderilmesi hatta bir toprak reformunun yapılmasına çalışılmıştır. Arazilerin bölünmemesi gerektiğini söylüyor. İşlenecek arazi miktarının, diğer bir ifadeyle ‘işletmelerin en az bir çiftçi ailesini geçindirecek büyüklükte olması gerekir’ diyor. Bunun için miras kanununun bu duruma uyarlanması gerekiyordu. Lakin bu her iki konuda da ömrü vefa etmedi.

Ama o öngörüsü yüksek dâhinin önermekle kalmayıp uyguladığı bu tarım politikaları sayesinde, Osmanlı’nın kötü mirası olan Duyunu Umumiye borçları son kuruşuna kadar ödendi. Tarımı sürdürülebilir kılmak için önce yine Osmanlı’dan kalan ve çiftçinin belini büken Aşar (Öşür) Vergisi kaldırıldı. Mithat Paşa’nın kurduğu Memleket Sandığı, uygun koşullarda çiftçiye kredi sağlasın diye Ziraat Bankası’na dönüştürüldü. Bir yandan memlekette cehaletle mücadele edilirken, bir yandan da çiftçi eğitilmeye, bilgilendirilmeye başlandı. İstanbul’da medrese gibi eğitim veren Darülfünun olsa da gerçek üniversite eğitimi Ankara’da açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü ile başladı. Yanı sıra ülkenin iklim toprak ve coğrafi koşullarında hangi tarımın nasıl yapılması gerektiği çiftçi şartlarında denensin ve ona göre yüksek kalitede üretim yapılsın diye ülkenin dört bir yanında Tarımsal Araştırma Enstitüleri kuruldu. Asıl görevinin, çiftçiye bilimsel tarımı yaptırmak olduğu Tarım Bakanlığı’na tevdi edildi, her ilde Tarım Müdürlüğü bünyesinde Çiftçi Eğitim Müdürlükleri kuruldu. “Birlikten güç doğar” felsefesi gereği kooperatifleşmeye gidilerek çiftçinin gücü birleştirildi. İptidai tarım terk edilerek teknik ve modern tarıma geçildi.

BİRÇOK FABRİKA KURULDU

Türkiye, tarım ürünleri ihracatıyla bir tarım ülkesi olduğunu dünya âleme kanıtladı. Tarım ürünleri ihracatından elde ettiği kazancıyla demir çelik fabrikası kurdu, demiryolları yaptı, savaş uçağı yapıp ihraç etti. Hiç vakit yitirmeden ürettiği tarım ürünlerine katma değer sağlamak amacıyla onları içeride işleyecek tarıma dayalı gıda sanayisi planladı ve kurdu.

Şeker fabrikaları kuruldu. Unutmayın ki; önce şeker fabrikalarını kurma fabrikası kuruldu. Yani her bir fabrika kurulduğunda dışarıdan teknolojiye defaten para vermemek için! Böylece ihtiyaç duyacağı teknolojiyi, kendisi üretir hale geldi. Bu, dünyada çok ender karşılaşılan bir kalkınma taktiğidir. Ardından çay fabrikası, un ve mamulleri, bulgur, nişasta, bitkisel yağ, yem, meyve sebze işleme, et ve mamulleri, süt ve mamulleri fabrikaları kuruldu.

Gıda sanayisi ile birlikte diğer bitkisel ve hayvansal ürünlerin işlenmesi için de fabrikalar kuruldu. Etibank ile ülkenin madenleri işlenirken, Sümerbank ile de ürettiği pamuğu iplik, kumaş, konfeksiyon yapıyor, geliştirdiği hayvancılık sayesinde de deri ve ayakkabı yapıyordu.

Atatürk, bir düşünce insanı olmanın yanında, insanların onurlu yaşayabilmesi için büyük önem taşıyan bu düşüncelerini hayata geçirmeyi başaran bir liderdi de. Bunu, toplamda 150 bin dekar olan, kendi adına kurup sonra milletine vakfettiği 5 adet çiftliğinden anlıyoruz. O, her açıdan milletine örnek olmayı kendine bir yaşam biçimi olarak seçmişti. Ankara’daki Atatürk Orman Çiftliği üzerinden bunu değerlendirecek olursak; dönemin tarım uzmanları, bir kısmının bataklık, diğer büyük bölümünün de çorak ve ot dahi bitmeyen verimsiz yamaçlardan oluşan bu arazinin asla bir çiftliğe elverişli olmadığını rapor etmişlerdi. Ancak Atatürk, “İşte istediğimiz yer böyle olmalıdır, Ankara’nın kenarında hem bataklık, hem çorak, hem de fena bir yer. Bunu biz ıslah etmesek, kim gelip ıslah edecektir?” der. Aslında bu çiftliği kurmanın amacı, verilmek istenen bu mesajda saklıdır. Bu mesaj; Türkiye’nin en verimsiz topraklarında bile insan aklının ve iradesinin arzuladığına ulaşabileceğini kanıtlama amacını taşımaktadır. Örnekler çoğaltılabilir lakin sadece iki benzerini verelim; Yine örnek olmak amacıyla Mersin’in Tekir köyünde kurdurduğu Tarım Kredi Kooperatifine sıradan bir çiftçi gibi üye olması, diğeri de bankacılık sektörünü canlandırmak için kurdurduğu İş Bankası’na sıradan bir mevduat sahibi gibi bankanın hissedarı olmasıydı. Atatürk’ün Türk tarımıyla ilgili bu politikaları, kamuda ve özel sektörde yerleşti, geliştirildi ve kimi zaman ağır aksak da olsa uygulana geldi.

KÜRESEL GÜÇLERİN ETKİSİ

Toplum biliminde ekonominin toplumun altyapısını, kültürün de üstyapısını oluşturduğu söylenir. Atatürk Türkiyesi de temeline tarımı yerleştirdiği ekonomisini A’dan Z’ye muhkem ve tam donanımlı kılarken, Cumhuriyet devrimleriyle de Türk toplumunu ülkesiyle bir bütünlük kültürü içerisinde çağdaş uygarlık seviyesine taşıdı. Kısa zamanda dünyanın en saygın ülkesi oldu. Öyle ki bu saygınlığı, Birleşmiş Milletler tarihinde ilk ve son olan bir olaya neden oldu: Kendisi üyelik için başvurmadan Birleşmiş Milletler onu üyeliğe davet etti.

Ne çare ki dünya barışının samimi savunucusu ve gerçek mimarı yüce Atatürk’ün ölümünden sonra, insanlığa cehennem zulmünü yaşatmaya çalışan küresel güçler ve onların içimizdeki işbirlikçileri, tarihi misyonlarını yerine getirme gayesiyle, dünyanın en muteber ulusu kimliğine kavuşmuş olan Türk milletine yeniden saldırma fırsatını buldular. Zincirin halkaları birer birer koparılarak, hiçbirimizin önceden tahayyül dahi edemeyeceği bugünkü noktaya getirildi. Artık ne yazık ki Türkiye’nin bir tarım politikası bulunmamaktadır.

TARIM ÇÖKERTİLDİ

Bir tarım politikamız olmadığı için; milletin kanıyla, alın teriyle kurulan fabrikaların tamamı peşkeş çekilerek satıldı; ya çürümeye terk edildi ya da vasfından çıkartılıp ranta dönüştürüldü. Hızla artan nüfusa rağmen bitkisel ve hayvansal üretim geriledi. Gıdada ve yemde ülkemiz tamamen dışa bağımlı hale getirildi. Tarıma destek adı altında çiftçiye göstermelik ulufeler dağıtılır oldu. Stratejik ürünlerimize kota konuyor, kota sonucu üretimi düşen ürünlerin alımında da devlet, kaptı kaçtı tüccarlardan daha geç ve daha ucuz fiyat veriyor, buna karşılık tarım girdileri her geçen gün zamlanmakta. Kuruluş amacı çiftçiye tarım kredisi temin etmek olan Ziraat Bankası, işlevinden uzaklaştırılıp yandaş iş insanı ve batak müteahhitlerin finans kaynağına dönüştürüldü. Tarımsal Araştırma Kurumları’nın çoğu kapatıldı, kalanlar işlevsizleştirildi. Tarım bürokrasisi çökertildi, çiftçiye ve tarıma hizmet edemez hale getirildi. Tarıma elverişli olmayan alanlar yerine, mümbit ovalardaki 1. sınıf tarım arazileri, çayır ve meralar yerleşime açıldı. Tarım ürünleri, katma değere tabi tutulmadan hammadde olarak ve ucuza ihraç edilmeye başlandı, bu da ülkemizin makro ekonomisine oldukça zarar veriyor. Bitkisel üretimin menbaı tohum ve hayvansal üretimin menbaı damızlık başta olmak üzere, tarladan sofraya, ihracattan ithalata tarımın her metası ve uygulamasıyla ilgili çıkarılan veya düzenlenen tüm yasalar, üretimin ve üreticinin aleyhine yapılmaktadır. Bütün bu olumsuzluklar, çiftçiyi sermayesi yabancılara ait olan bankalara borçlandırmakla kalmamış, ödeme güçlüğü sonucu toprağının elinden alınması aşamasına getirmiştir. Ürettiğinin karşılığını alamaması sonucu çiftçilerin önemli bir kısmı üretimden vazgeçip kent varoşlarına sığınarak, kendi öz vatanında mülteci durumuna düşmüştür. Böyle gitmesi halinde, Türk çiftçisinin Filistinlileşmesi ihtimal dışı değildir. Türk çiftçisi, kooperatif ve ziraat odaları gibi teşkilatlarıyla birlikte sahipsiz bırakılmanın, Türk tüketicisi de anavatanı Anadolu olan ve Anadolu’nun birçok yerinde yetişen mercimeği neden pahalıya, tohumu Anadolu’dan Kanada’ya götürülerek buzlar ülkesinde yetiştirilen ve özelliğini de yitirmiş olan ve ta oradan bu kez ithal edilen Kanada mercimeğini neden ucuza yediğinin büyük anomisi içindedir. Bütün bunların sebebi, devleti yönetenlerin Atatürk’ün oluşturduğu ve uyguladığı tarım politikasından vazgeçmiş olmasıdır.

Bu yıl, sadece 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının 96. yılını kutlamakla kalmamalıyız. Ülkemizi dünyanın en muteber ülkesi yapan ekonomik zaferin temelini oluşturan tarımımızı da olması gereken yere; Atatürk’ün tarım politikasına yeniden döndürmeliyiz.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.