Akşener’den Millet İttifakı açıklaması: CHP’yle işbirliğini gelişmeler şekillendirir

Akşener’den Millet İttifakı açıklaması: CHP’yle işbirliğini gelişmeler şekillendirir
13.09.2019
A+
A-

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin CHP ile olan işbirliğinin ‘Türkiye’deki gelişmelere göre şekilleneceğini’ söyledi…

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin artık işlemediğini belirterek, gelecekte “parlamenter sistemin yeniden tesis edilmesi” gibi bir durum karşısında “partisinin CHP ile olan işbirliğinin yeniden şekillenebileceğini” söyledi.

24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden önce CHP’den 15 milletvekilinin partisine geçmesiyle ilgili dikkat çeken “Kılıçdaroğlu’ndan 15 milletvekilini ben istedim” açıklamasını yapan Akşener, çocukları PKK terör örgütü tarafından dağa kaçırılan annelerin HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önündeki nöbetiyle ilgili açıklamasının da arkasında durdu.

Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan habere göre, Akşener, “Hatırlayın geçmişte esir alınmış asker ve polisleri… Heyetler giderdi… Tuhaf tuhaf basın toplantılarıyla o çocuklar teslim edilirdi. O gün o baş nasıl öne eğildiyse bugün de öyle.

Annelere söyleyecek söz yok. Benim Türk devletinin kurumsal yapısını yöneticilerden bağımsız yaptığım korumaya dair bir dikkat çekmeydi bu” dedi.

Akşener, 2023’te “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçimleri kazanmasının da imkânsız olduğunu” ileri sürdü.

Akşener, dün öğle yemeğinde basın mensuplarıyla buluştu. Akşener, gazetecilerin sorularına şu yanıtları verdi:

– Cumhur İttifakı da Millet İttifakı da size göre bir Katolik nikahı mıdır?

– Cumhur İttifakı’na küçük ortak açısından bakıldığında Katolik nikahı olduğu görülüyor. Ama Sayın Erdoğan açısından nasıldır, ben onu bilmiyorum. Millet İttifakı açısından hadiseye bakarsanız, bizim işbirliğimiz Türkiye’ye nefes aldıran sonuçlar ortaya çıkardı. AK Parti’li seçmene de nefes aldırdı, başka partilere oy veren seçmenlere de nefes aldırdı. Demokrasinin yüzde 100 ortadan kalktığına inanan bir ruh halini ortadan kaldırdı; demokrasi işledi. Biz, olumlu bir sonuç aldık, seçmen açısından.

‘ERDOĞAN DA GÖRÜYOR, SİSTEM ARTIK İŞLEMİYOR’

Ben, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin artık işlemediğini, taşınamadığını, Sayın Erdoğan tarafından da bunun görüldüğünü düşünüyorum. Nasıl bir yol bulunacak, onunla ilgili bir bilgim yok. Sistem tıkandı. Yani, bir valinin vermesi gereken kararlara kadar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin, Sayın Erdoğan temsil ediyor bugün, inisiyatifine verilmiş olması bir taraftan müthiş bir merkezileşmeyi, diğer taraftan da müthiş bir beyinsel yorgunluğu beraberinde getirir. Şimdi, aşırı merkezileşmeyle yetki devrinin demokrasi üzerinden yıllarca tartışıldığı bir ülkeden, yeniden en sert merkezileşme fiiliyatına geçmiş durumdayız.

Türkiye bunu taşıyamıyor. Kendi iç bünyelerinde dahi taşımıyor. Dolayısıyla ben iyileştirilmiş, bunlar konuşulduğu için söylüyorum, parlamenter sistem ile ilgili bir adım mı atılacaktır ya da muhalefet partileri olarak bizlerin talep ettiği “güçlendirilmiş parlamenter sisteme” yönelik bir adım atılabilecek midir, onlarla ilgili henüz bir bilgimiz yok. Ama bildiğimiz bir şey var, taşımıyor. Askersiz orduların konuşulduğu bir dünyada, biyoteknolojinin yaygınlaştığı bir dünyada, dijital teknolojinin hayatın her alanında yer aldığı, bacasız fabrikaların, karanlık fabrikaların yani ışık yanmayan fabrikaların konuşulduğu bir dünyada, biz dişlerimizi sıkıp, yumruklarımız şu vaziyette birbirimize bakıyoruz.

‘İŞBİRLİĞİ GELİŞMELERE GÖRE ŞEKİLLENİR’

O nedenle bizimle ilgili, yani CHP ve İYİ Parti’nin yaptığı işbirliğinin sürüp sürmeyeceği, bu gelişmelere göre şekillenir. İkincisi, ittifaklar sistemi gayriresmi yapılan bir sistem bir tarafıyla da… Kurumsallaşacak mı, nasıl bir yola doğru gidilecek? Onları zaman içerisinde göreceğiz. Ama insanların umudunu, yani “Biz de başarabiliyoruz” umudunu, 23 Haziran seçimlerinin en büyük özelliği İstanbullu’nun siyasetçileri, seçmeni, yöneticileri elbette çalıştı, o ayrı bir şey ama o 800 bin fark, İstanbullu’nun her siyasi partiye, başta AK Parti’ye oy veren seçmenin kararıdır.

İstanbullu’nun sonucudur. Bütün bunları okuduğunuz zaman, bu umudu, bu başarabilme ihtiyacını, bu kulak çekme eylemini dumura uğratacak, umutsuzluğu ortaya koyacak bir bakış açısını hayata geçiremeyiz. Bizler açısından da bağlayıcılığı bu.

– Biraz önce kurduğunuz “CHP ve İYİ Parti’nin yaptığı işbirliğinin sürüp sürmeyeceği, gelişmelere göre şekillenir” sözünüzü biraz daha açabilir misiniz? Parlamenter sisteme dönüş olursa zaten bu işbirliğine gerek kalmayacak anlamında mı söylediniz?

– Zaten herkes hükmü şahsiyeti içinde yol yürür. Biz, İYİ Parti olarak yeni bir partiyiz. İlkeleri, hayata bakış açısı, projeleri başka bir partiyiz. CHP, 100 yıllık bir parti. Gelenekleri, kurumsal kültürleri olan… Bu bir tarafıyla çok önemli, bir tarafıyla da çok zorlu bir siyasi yapı. Bütün bunlara bakıldığı zaman yarının ne göstereceğini bugünden tanımlamak zor. Ama bu sistem devam ettiği süre içinde bu umudu başarabilme, ‘oy’la değiştirebilme umudunu, kimsenin elinden almaya da hakkımız yok. Bunu da bütün netliğiyle söylemek zorundayız. Şimdi şu soruyu sorayım: İYİ Parti kurulmamış olsaydı, ne konuşuyor olacaktık? İstanbul’u, Ankara’yı, Antalya’yı, Adana’yı konuşuyor olmazdık.

‘KILIÇDAROĞLU’NDAN 15 MİLLETVEKİLİ İSTEDİM’

Bizi seçime sokmamak için bir düzenek kurulmamış olsaydı, biz kendi başımıza girecektik. Orada bir tartıya çıkacakık, x ya da y bir oy alacaktık. Ben gittim, Sayın Kılıçdaroğlu’ndan 15 milletvekili istedim. Bir kere daha teşekkür ediyorum, büyük bir demokrasi tavrı koyarak, bize verdi. Sonra doğal gelişen bir şeyle, biz aynı çerçevenin içinde seçime gittik. Dolayısıyla bu işbirliğinden biz 4 milletvekili kazandık, CHP’nin oylarının bize yazılmasıyla; CHP de 21 milletvekili kazandı.

Oylar birleştirildiği için… Kazançlı bir sistem oldu. Bu işbirliklerinde biz çok ajandasız, yani birbirimize tuzak kurarak veya “Biz öne geçelim, siz geçin” gibi bir mantıkla da yürümedik. Seçmen odaklıydı… Bu işbirliği bizim açımızdan memnuniyet verici, sonuçları itibarıyla. Tekrar söylüyorum: Geçelim parlamenter sisteme… İttifaklar kurumsallaşmış ya da tam tersi, hepsi yeniden değerlendirilecek bir durum. Ama Cumhur İttifakı’nın küçük ortağının beyanlarına baktığınız zaman çift şeddeli Katolik.

– Dün Sayın Bahçeli, Türkiye Gazetesi’ne bir röportaj vermişti… Orada MHP’ye gelin çağrısının olumlu bir karşılık bulduğunu ve İYİ Parti’de bir hareketlilik olduğunu söylemişti… Çok yakın zamanda da Millet İttifakı’ndan Cumhur İttifakı’na bir katılım olacağı belirtilmiş…

– Temennilerini söylemiş… Partimize bir çağrıda bulundu. Milletvekilleri, kendisinin de ifade ettiğine göre, milletvekili arkadaşlarımızla meşguliyet var. Gene kendisinin beyanına göre, milletvekili arkadaşlarımızdan olumlu bir cevap almamış. Bu ayrı bir süreç.

Parti teşkilatlarımıza yönelik yapılan çağrıda, benim bildiğim kadarıyla Silivri’de, MHP döneminin eski belediye meclis üyesi bir arkadaşımız, onun bir arkadaşı; Malatya’dan ise istifa eden birkaç parti yöneticimiz var. Onların beyanı ise yeni kurulacak partilerle bir angajmana doğru yürüdükleri şeklinde. Yani sayısal olarak Sayın Bahçeli’nin çağrısına, kendi beyanına göre, anlaşılıyor ki milletvekillerimizin de olumlu cevabı yok. Buna karşılık taban dediğiniz parti yöneticilerimizden de öyle “hurra” bir yola çıkma yok. İYİ Parti’de MHP’ye gitme diye bir kavram yok. Bir temenniyi ifade ediyor Sayın Bahçeli. Gizemli konuşmayı eskiden beri sever.

‘TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ ÇOK KASILDI’

– Bir taraftan yeni siyasi parti oluşumları söz konusu… Ali Babacan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin içinde yer alacağı bir parti… O açıdan bakıldığında Millet İttifakı’nda bir genişleme olur mu?

– Onu bilmiyorum. Yalnız Sayın Babacan, Sayın Gül ve Sayın Davutoğlu bu ülkenin, toplumun, kamuoyunun tanıdığı isimler. Bir prensip olarak parti kuracakları kamuoyunda konuşulduğu andan itibaren, daha evvelden beraber bu konuda konuştuğumuz gazeteci arkadaşlarımız burada şu anda, en başında söylediğim bir şey var. Türkiye’de demokrasi çok kasıldı. Dolayısıyla farklı renklere, farklı söylemlere, farklı seçeneklere, farklı teşebbüslere ihtiyaç var. Birincisi bu.

İkincisi, bu arkadaşlarımızın kuracakları partileri, daha kurulup kurulmayacağı tartışıldığında dahi olumlu gördüğümü hep söyledim. Aynı yerde duruyorum. Şimdi, siyasette rekabet çok iyi bir şeydir. Siyasette rekabet diye bir kavram kalmadı. Siyasette rekabet yaptığınız zaman bu, seçmenin işine yarar. Seçmen velinimet haline dönüşür.

Nitekim 31 Mart seçimlerine giderken bizim söylemimizin ana ekseni “Kulak çekin”di. Yani “Gözünüzün içine bakılsın…” Nitekim şimdi gözünün içine bakılıyor. Seçmen velinimet olma yolunda gidiyor. Bu seçenekler arttığı zaman rekabet siyasallaşır ve bir oyu almak için çok efor sarf edersiniz; bu da kaliteyi yükseltir.

‘ÇOK İNSANI SİYASETTE CESARETLENDİRDİK’

Türkiye’ye bir iyiliğimiz var bizim İYİ Parti olarak. Temel soru şu: Biz bu partiyi kurmasaydık, nasıl bir Türkiye ile karşı karşıya kalırdık? Biz, partimizi kurarken hepinizin yakından bildiği inanılmaz zorluklarla karşılaştık. Kadına şiddeti konuşmak için ben sizi davet ettim ama o günlerde gördük ki ben, bireysel olarak, esasında zayıf görünene uygulanan, güçsüz olan, her alanda ve her kimliklerden bağımsız, cinsiyetlerden bağımsız, insan olmaktan bağımsız, sınıfsal farklılıklardan bağımsız herkese uygulanabiliyormuş.

Hayvanlar dahil… Biz o dönem böyle bir şiddete uğradık, ama direndik. Bu pek çok insanı siyasette cesaretlendirdi. Dolayısıyla bu arkadaşlarımızın kuracağı partilerin gerçekten başarılı olmasını isterim ama bu yeni aktörlerin Türk siyasetine katılıyor olmasında da ciddi bir pay sahibi olduğumuzu ifade etmek isterim. Çünkü bu, o dönemde, İYİ Parti’yi kurarken, aşırı gayret eden arkadaşlarıma teşekkür borcu.

‘O FOTOĞRAF EV SAHİBİ MİSAFİR FOTOĞRAFI’

– İYİ Parti ile AK Parti arasında bir yakınlaşma olur mu? Bilhassa bu kurulacak yeni partiler sonrasında… AK Parti de İYİ Parti temasa geçebilir mi? Sayın Bahçeli’nin de söylediği bu olabilir… (Türkiye gazetesindeki yazı üzerine…) Resepsiyondaki Sayın Erdoğan ile görüntüleriniz de çok konuşulmuştu…

– Sayın Bahçeli’nin kesinlikle İYİ Parti’yi kast ettiğini düşünmüyorum. Net bir şey söyleyeyim. Biz 30 Ağustos resepsiyonuna geçen yıl da gitmiştik. Orada Sayın Erdoğan ile daha fazla gülümseyerek fotoğraf çektirmiştik. Benim her fotoğrafım bir fotoğraf karesi olarak yayılır. Sadece “Nasılsınız, bayramımız kutlu olsun” ile sınırlıydı. Geçen seneki 30 Ağustos ile bu yılki bayram arasında bir fark vardı. Liderleri oturtmamışlardı. Ayaktaydık. Sayın Erdoğan gezerek, dolaştı. Sadece siyasi bir nezaket dışında konumlandıracak bir fotoğraf değil o. Ev sahibi, misafir… Onun dışında siyasi nezaketle alakalı bir durum. Bir şeyi daha söyleyeyim, siyasi partiler arasındaki görüşmeler, mesaj alıp götürme başka yöntemlerle olur, onca kalabalık içinde öyle mesajlaşma olmaz. Bunu siyasi tecrübeye dayalı olarak söylüyorum…

– Oldu mu öyle bir mesajlaşma?

– Kesinlikle yok.

‘ERDOĞAN VALİ’NİN YANINDA HANGİ SIFATLA OTURUYORDU?’

– Bilal Erdoğan ile de Antalya’daki yağlı güreş etkinliğinde tokalaşmanız çok konuşulmuştu…

– Siyasi hayata adım attığımdan beri, kişisel olarak bir toplantıya gittiğimde, protokol olsun olmasın, o salona veya alana girdiğimde kim gelirse, tokalaşarak gidilir. Protokole sıra geldi. Protokolde de iki sırayla tokalaşarak geldik, Vali’nin yanında Bilal Bey’in oturduğunu Vali Bey ile tokalaştıktan sonra gördüm. Doğaldır ki tokalaştım. Bu da insani bir nezakettir. Bilal Erdoğan’ı atlayıp geçseydim ne olacaktı? Soru bu. Bizim orada bir durumumuz daha var. Ev sahibi biziz.

Elmalı Belediyesi bizde. O etkinlik Büyükşehir Belediyesi ile Elmalı Belediyesi’nin yaptığı bir program. Dolayısıyla tokalaşarak iki sırayla da devam ettim. Oradaki esas mesele şu: Orada, Vali’nin yanında Bilal Erdoğan hangi sıfatla ve pozisyonla oturuyordu? Konuşulması gereken budur. Biz de buradaki görüntüyü cebimize koyduk.

‘2023’TE ERDOĞAN’IN SEÇİLMESİ İMKANSIZ’

– AK Parti’yle temasa sıcak bakar mısınız? Önümüzdeki siyasi gelişmelere bağlı olarak? Neden İYİ Parti ile ilgili böyle bir şey, duyum var?

– Anahtarız biz. 2023 seçimlerinde Sayın Erdoğan’ın seçilmesi imkansız. Kendisinin de bunu gördüğünü biliyorum.

– Neden?

– Yetmiyor oylar… Biz buradayız ve anahtarız. Dolayısıyla çekiştirilmekten daha doğal hiçbir şey olmaz.

‘DOĞMAMIŞ ÇOCUĞA DON BİÇTİRMEYİN’

– Siz daha evvel Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemiştiniz… Ekrem İmamoğlu ya da Abdullah Gül’ün olası sizin ittifakınızın adaylığı karşısında karşı tarafı, Erdoğan’ı destekler misiniz?

Ya da siz aday olur musunuz?

– Bir kere kim aday olacak, kim olmayacak bilmiyoruz. Biz, hep Türkiye’nin kazanabileceği tablonun içinde yer aldık. Partimizi birinci öncelik olarak düşünmedik, Türkiye’yi birinci öncelik olarak düşündük. Dolayısıyla oyun kurucuyuz an itibarıyla. Gerçekten güçlü bir anahtar konumundayız. O nedenle de çekiştiriliyoruz. Rahmetli Demirel’in bir sözü var: Doğmamış çocuğa don niye biçtiriyorsunuz bana? Henüz o konuda söyleyecek bir şey yok. Ne zaman seçim olacak belli değil ama 2023’ü temel kabul edersek Sayın Erdoğan’ın seçilmesi gerçekten zor ve imkansız görünüyor. Bu konuda rasyonalitesi olan bir insandır, görüyordur muhtemelen. Diğer taraftan şuna baktığınızda şöyle bir durum var ki 4 saatte troller vasıtasıyla şahsen bana sövülüyor. Partime sövülüyor. Aslı astarı olmayan her konuyla ilgili ok atılıyor. Herhangi bir mesaj alışverişi kesinlikle yok. Bir de ben asla kimseyle gizli görüşmem. Kim görüşmek isterse benimle, aracı kurumlardan varsa diye bahsediyorum. Gelir partiye, aracı varsa açık görüşürüm.

– Sizin adaylığınız tekrar gündeme gelir mi?

– Onu da gerçekten şöyledir diyemem. Çünkü biz bir kayyım atanması üzerine dahi Başkanlık Divanı’nda oturduk, sanıyorum saat 17.00’den 200.00’ye kadar tartışıp bir metin çıkardık. Bu arada tüm milletvekillerimiz telefonla arandı, görüşü alındı. GİK üyelerimizin görüşü alındı. Ortak metin çıkarıldı. Bir kayyım ataması için böyle bir çalışma yapan partinin aday çıkaracağı, genel başkanın aday olup olmayacağı da kurullarda görüşülecek bir konudur. Dönüp geliyoruz Rahmetli Demirel’e… Henüz çocuk doğmadı.

– Partinizde çeşitli kaydırmalar yaptınız… Neden böyle kaydırmalara gerek gördünüz? Neden bazı isimleri bazı yerlere kaydırdınız. Bir de bir istifa oldu, Hasan Seymen istifa etti…

– Evet… Şimdi biz yeni bir siyasi partiyiz. Dolayısıyla esnek olma imkanımız var. Yani kurumsallaşmasını tamamlayamamış, henüz parti aidiyeti konusunda yol alması gereken, kurumsal kültürünü yeni oluşturmaya çalışan, bir taraftan dezavantajlı yanları olan ama diğer taraftansa bu esneklik büyük bir avantaj. İlginç bir şekilde biz bir genç Türkiye’de KOBİ’lere danışmanlık hizmeti veren, geçmişte de benim bir iyiliğim olmuş, yabancı şirketlerin temsilcisi olmayan, yerli ve milli bir gruptan partiyi çalıştırdım ben. Arkadaşlarımızdan ve benden veriler girildi. Onlar üzerine bir şablon çıktı ve daha esnek, daha hızlı, siyasette performans ölçemezsiniz, performans ölçmeye yönelik kuralların çıktığı bir Başkanlık Divanı ortaya çıktı, ihtiyaçlara göre. Bana dendi ki “Genel başkanlar talimat veriyor, bu dikey hirerarşi…”

Diğer taraftan demokrasi ve yatay demokrasiyi uygulamaya çalışacaksınız… Teklif edeceksiniz arkadaşlarınıza; “Şöyle bir iş görev var, bura için siz uygun görünüyorsunuz, şu beklentilerimiz var, şu işler yapılacak, bunlar 6 ayda bir performans değerlendirmesinde ölçülecek, siz böyle bir görevi kabul eder misiniz?” Ondan sonra ritüelleri oldu, ondan sonra bir arkadaşımız bir görevi kabul etmedi. Talimat reddi olmadığı için de karşılıklı teşekkür ettik birbirimize. Genelde siyasette kurumlar birbirine geçer. Net, somut alanlarda çalışma imkanı çıktı.

Mesela Kalkınma Başkanlığımız aşağı yukarı 7 yardımcısı olan bir başkanlık. 9 aylık, her şehirde Kalkınma Başkanlığı’nın konusu ile ilgili kuramlarını hazırladılar. 9 aylık programı hazır şu anda. Aynı zamanda partinin programlarına ilişkin de bu arkadaşlarımızın 6 ayda bir raporları var. Onların da genelde birlikte tartışıldığı süreçlerden geçeceğiz. Ben gerçekten kurumsallaştırmaya çalışıyorum. Mümkün olduğu kadar gençleştirmeye çalıyorum.

‘İSTİFA TEK TARAFLI İRADE BEYANIDIR’

Hasan Seymen konusuna gelince… İstifa tek taraflı bir irade beyanıdır, saygı duymak gerekir. Sebepleri üzerinde konuşmayı kendisine karşı saygısızlık olarak görüyorum. O yüzden yorum yapmayacağım.

– HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde çocukları dağa kaçırılan annelerin tuttukları bir nöbet var. Siz “devlet”i adres göstermiştiniz… Bu açıklamanız çok tartışıldı…

‘YÖNETENLERİN AYIBI’

– Çarpıtma… Ben bir şeye dikkat çektim. Yazılı açıklamam da yanımda… Orada, Diyarbakır’da, HDP’nin il başkanlığının önünde “Çocuklarımızı geri getirin” diyen annelerin o eylemine karşı tek kelime yok ki. Onların hakkı. Her yere gidip, çocuklarını istemek hakları. Fakat asıl benim işaret ettiğim ve bu konuda hâlâ ısrar ettiğim konu şu: Jean Jacques Rousseau ne der? Devlet ve devletin direksiyonundaki iktidar, vatandaşını korumakla yükümlüdür. Bu ne demek? Bu bizim, insanlığın, topluluğu bir araya getirip, sonra organizasyonu kurduğunda bir şey yapar bireyler.

Birey bazı haklarını devlet dediğimiz o organizasyona devreder, yeni kazançlar elde eder. Yani bu ne demektir? Kendi güvenliğini kendi sağlamaktan kurtulur. Evlerimizin önünde tabancayla beklemenin önüne geçer, bazı haklarından feragat eder, o devletin en önemli görevi o vatandaşının güvenliğini sağlamaktır. Sorgulanması gereken şey şu: Diyarbakır’da il başkanlığının önünde oturan o annelerin müracat edecekleri yer neresidir? Savcılıktır, karakoldur, polistir. Buralara muhtemelen müracat edip de bir sonuç alınamadıysa bu ülkeyi yönetenlerin, ben de yönetsem, ayıbıdır.

‘ERDOĞAN ORAYA GİDEBİLİR Mİ?’

Annelerin sözü çok önemli. Diyor ki “Oğlumu geri getir…” “Oğlumu geri getir” dediği HDP’nin il başkanlığı önündeki o annelere gidip çay, kahve dağıtmak çare oluyor mu? Olmuyor. Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla ya da AK Parti Genel Başkanı sıfatıyla HDP’nin il başkanlığının önüne gidebilir mi? Gidemez. Bu arada savcılıklar bu annelerin tutumumu ve iddiaları üzerinden HDP Diyarbakır İl Başkanlığı için herhangi bir soruşturmaya kalkışmış mıdır? Salı günü itibarıyla ben böyle bir şey olduğuna dair duyduk.

‘TÜRKİYE HÜKÜMDARLIK HAKLARINI MI DEVREDİYOR?’

– Duydunuz mu?

– Duyduk diyorum bakın. Sadece duyduk… Ne olduğunu bilmiyorum. Jean Jacques Rousseau’dan yola çıkarsak, bu devlet, o annelerin çocukları her neredeyse orayı delip, kırıp onu alıp getirmekle mükelleftir. Bir şey daha var. Gözden kaçıyor… Türkiye hükümranlık haklarını mı devrediyor? Bir il başkanlığının önünde çocuklar isteniyor. Bir tanesi salıverilmiş. Yani bu annelerin derdinin çaresinin orası olduğunun altı çiziliyor ve o siyasi partinin il başkanlığı ikinci bir hükümranlık alanı haline getiriliyor. Bunlar son derece Türkiye’yi zayıflatan işlerdir. Bir başka şey daha var. Rahmetli Recep Yazıcıoğlu derdi ki, “Söylenirler söylemezler…” Bugünkü arkadaşlar için…

HDP ile ilgili çözüm süreci bittikten sonra Sayın Erdoğan terörle iltisaklı diyebilir. Gereğini yapmış mı? Bu çocukları devlet bulunduğu yerden ne geliyorsa yapar gelir.

‘CİCİ ÇOCUKLARA ANNE Mİ GETİRİYORSUNUZ?’

Bu çocukların dağa çıkarılmasından, terör örgütlerine dahil edilmesinden sorumlu olanları da yargı cezalandırır. Kendi yapmadıkları işlevi başkalarına isnat ederek, bir siyaset kurguladılar. Hayal dünyasında yaşadılar. Bu gerçekliği ortadan kaldırmıyor. Benim söylediğim bu. Canı yanan bir anne çocuğuna kavuşmak istiyor. Bunu getirmekle görevli kim? Siz şimdi cici çocuklara anne mi getiriyorsunuz? Hatırlayın geçmişte esir alınmış asker ve polisleri… Heyetler giderdi… Tuhaf tuhaf basın toplantılarıyla o çocuklar teslim edilirdi.

O gün o baş nasıl öne eğildiyse bugün de öyle. Annelere söyleyecek söz yok. Benim Türk devletinin kurumsal yapısını yöneticilerden bağımsız yaptığım korumaya dair bir dikkat çekmeydi bu.

‘İLK DİYARBAKIR İL BAŞKANIMIZ GİTTİ’

Oraya giden Diyarbakır İl Başkanımız bizim. Orada bir sorunumuz yok. Vakıflarda sorun yok. Ama bir resmi tüzel kişilik oraya gidip de oraya öyle bakarsa, olmaz.

– Bu iş de sanki kayyımları meşrulaştırmak için mi kullanılıyor?

– Siyaset kurumu küçük kurnazlıklar üzerinde uzun yıllar çok konforlu bir hayat geçirdi. Dolayısıyla o konforlu alan bitti. Sayın Soylu, 31 Mart seçimlerinde kantarın topuzunu o kadar kaçırdı ki… Kandil ile Temel Bey ile beraber, bizim sözleşme imzaladığımızı ilan etti. Bu ülkede Meral Akşener’e isnat edilecek, daha doğrusu PKK ile yandaşlık isnat edilecek son kişilerden biriyim ben.

PKK bir ayrılıkçı terör örgütüdür. Bununla ilgili sorun var mı? Yok. HDP bir siyasi parti olma yolunda adım atacaksa PKK ayrılıkçı bir terör örgütü demelidir. Burada bir sorun var mı? Yok. Ama siz “terörle iltisaklı” diye diye… 92 milyon parayı niye verdiniz kardeşim? Hiçbir eylem yapmadan sürekli vır vır söylenerek, böyle bir şey olur mu? Diyarbakır İl Başkanlığı’nı suçluyor anneler ve bir çocuk geri geliyor. Demek ki delil. Ne yaptınız? Anneleri ben dikkatle takip ediyorum. İsimler veriyorlar. İsimler hakkında ne yapıldı? İster kendinizle ilgili altyapı çalışması, ister çarptırma, ama her bir çarptırmayı siz bir adım kendinize kâr sağlasanız bile bu ülkenin hem içeride hem dışarıda itibarı iki paralık oluyor. Benim dikkat çektiğim şey o. Beyanın sonuna kadar arkasındayım.

Her zamanki arkadaşların tavrı. Ama bu defa tutmuyor. 5 yerde aynı kelimelerle bu konu konuşuldu. Dün bunu yapabiliyorlardı, algı oluşturmak falan… Şimdi olmuyor.

‘BİR BAŞVURU DAHA YAPACAĞIM’

– Sizin hakkınızda açılan bir soruşturmamaya, FETÖ ile ilgili, başvurunuz vardı… Bir gelişme var mı?

– Bir başvuru daha yapacağım. Ben unutur muyum? En iyi özelliğim fikri takiptir. Şimdi, ben özellikle ifade vermeyi çok arzu ediyorum. Birçok şeye belki faydam dokunacak. FETÖ mücadelesine yönelik, bu arkadaşların, şu anda çok eleştirdikleri alanlarla ilgili, güçlüler serbest, garipler serbest eleştirisine, benim de yaptığım bu eleştiriye belki ortadan kalkması için büyük katkım olacağına inanıyorum. Şimdi diyeceksiniz ki “Burada neden konuşmuyorsunuz? Buradaki dedikodu olur?” Devletin savcılarının sorularına cevap vereceğim ben. Ama özenle kaçıyorlar. Hakkım neyse döne döne hatırlatacağım savcılara.

‘AK PARTİ BİZİM EVDE KURULDU’

– Murat İde’nin bir yazısı var… Devlet Bey sizi gündemden düşürmüyor…

– Ben hem Süleyman Özışık’ın yazdığının üzerinden Murat İde’nin yazdığı var, hem de 2016’da Sayın Bahçeli’nin yargı açılışı ile ilgili “Saray’a gidecek misiniz” sorusuna verdiği cevap var. Bir de bizlere anlattığı, sadece bana değil, pek çok MHP mensubuna anlattığı bir hikaye var. Yani 4 hikâye var, tarihlerin birbirine girdiği çok açık olan… Şimdi bize anlatılan 2010 kasetlerle ilgili… O şeyde anlatılan, 2016’daki adli yıl açılışında bir davet almış, o davete gidecek mi gitmeyecek mi sorusuna verdiği cevapların içinde var. Orada anlattığı Sayın Bahçeli’nin 2009. Şerif Ali Tekalan’ın gelişinin anlatıldığı 2009. Yani kendisiyle ilgili, şahsına yönelik “Cuma’ya gitmez. Ateisttir” gibi FETÖ takımının kavga başlattığı, Süleyman Özışık çarpıtmadıysa, orada da anlattığı 2013. 2013’te, 17-25 Aralık sonrası dönemde geldiği, Şerif Ali Tekalan’ın, geldiğini ifade ediyor. O dönemde bizlere anlatılan 2010; kasetlerin devreye girdiği… O gazeteciye verilen beyanat 2009, şahsına yönelik linç harekatı, Süleyman Özışık’a da verilen 2013. Hangisi doğrudur, bilmem. Dolayısıla epey karışık bir durum.

‘2010 REFERANDUMU OLMASAYDI 15 TEMMUZ OLMAZDI’

Ama ben size bir şey söyleyeyim mi? Ben AK Parti’nin kuruluş aşamasında varım. O zaman bizim evde kuruldu. Birçok şey konuşuldu Sayın Erdoğan ile. Rahmetli ağabeyim, bir başka ağabeyimin arkadaşı, eşi, zaman zaman Emine Hanım, tek başına konuşulmuş işlerden bahsetmiyorum, bunların üzerinden geçildiğinde hepimizin görüşlerinin ne olduğu biliniyor bizzat Sayın Erdoğan tarafından. İkincisi Sayın Bahçeli de bilir. Üç, daha ilginci, ben 2010 referandumu olmasaydı, 15 Temmuz’un olmayacağına inananlardanım.

2010 referandumunda şu şekilde bir birliktelik var, bürokrasi birlikteliğinden bahsetmiyorum sadece, o zaman isim vererek söylüyorum, Başkanlık Divanı’ndaki yani Meclis’in tüm AK Parti temsilcileri, grup başkanvekilleri ve Mehmet Ali Şahin Bey’le bunu konuştum. “Yapmayın” diye konuştum. Başkalarıyla da konuştum. O görüşmeyi izin almadığım için söylemiyorum ama… Ben herkesle konuştum, tarihe not düşmeye çalıştım. Benim iyi niyetimi bilirler. “Bu kadın bir şey söylüyor ama haklılık payı var mıdır”ı konuştum.

2010’da, o referanduma, herhalde siyasi olarak en sert çalışanlardan biriyim ben. Hepiniz çok gençsiniz, bir başka şey daha var, 82 Anayasası’nı esasında Evren’i çevirip bu muhafakazar çevre yaptı. Tekrar söyleyeyim, 82 Anayasası, bu dindar kesimlerin her birinin içinde yer alan insanların bulunduğu bir grubun içinde Rahmetli Nevzat Yalçıntaş da var Rahmetli Sebahattin Zaim Hoca da var, içinde cemaat tarikat gibi grupların şehi, şıhı değil ama onların içinde yer almış akademisyenleri var ve o 80 Anayasası’na “hayır oyu”, o zaman demokrasi falan da değil, genç bir hanımdım, sinirim bozulduğu için “hayır” oyu vermiş bir şahıs olarak…

‘İFADE VERMEYİ ÇOK İSTİYORUM’

İlginç bir Kocaeli deneyimi anlatayım… Lisede öğretmendim ben o zaman, “Türk milliyetçisi diye tanımlanan kesimler 82 Anayasası’na oy vermeyecek” kabul edildi. Toplantılar yapıldı. Yanlış hatırlamıyorsam SEKA Sinaması’ndaydı. Bu sayddığım hocaların bir kısmı burada, elini kaldırdı o 82 Anayasası’nın propagandasını yapan arkadaş, o zaman hocalarından birisi, “Biz bu anasayayı besmeleyle yazdık, Allah korkusuyla hazırladık. Din dersini zorunlu hale getirdik, bir nesli ateistlikten kurtardık” dedi. Şak şak şak şak… Ve çıkıldı oradan, ilginç bir şekilde biz karı koca konuda ayrıldık. Ben “hayırcı” olduk, eşim “evete” çalıştı.

Kayınvalidemin oyu faili meçhuldür. Beni çok sevdiği için “sendendi” dedi, eminim oğlunu da çok sevdiği için “sendendi” demiştir. Faili meçhul kaldı. Ama benim ailemin, evlendiğim ailenin tüm fertleri kocamın isteği üzerine “evet” oyu verdi. Dolayısıyla birden icap etti, seçmen konsolidasyonu için yapıldı o 2009’da. 21.00’de oylar düştü. Böyle bir sonuca varacağını da hesaplamadılar. Böyle bir sonucu gördüğüm için gittim, söyledim, yapmadılar ve Türkiye 15 Temmuz’da bunun bedelini ödedi. Dolayısıyla benim en ufak bir manada tereddüdüm yok. Ama çok istiyorum ifade vermeyi.

– Bilmediğimiz çok şey var mı?

– Aslında bilmediğiniz çok şey yoktur ama bütünlük içinde söylendiği zaman “woow” dersiniz. Soru şu: Bazı arkadaşlar hem AK Parti hem MHP içinde… O zaman mahkemelik olmuştu Fethullah Gülen hatırlayın, oradan beraat edebilmesi için ilginç çalışmalar var. Kim kimle görüşmüş? Ben bunları söyleyeceğim. Dolayısıyla kim kimin döşeğinde yatmış, kimin kayınpederi gece yarısı tecit namazına kalkmış, Hocaefendi için hayır duaları etmiş yaa… Ama bu tür şeyler konuşulduğu için dedikodu haline dönüyor. Devletin resmi makamlarına söyleyeceğim.

‘O İKİ KİŞİ DERDEST EDİP GETİRMEDİ’

Cumhur İttifakı’nın paydaşlarında bir telaş var. Bir seçim için Abdullah Öcalan’ın mektubu okutuldu. Büyük ortak mektubu aldı; küçük ortak kul oldu. Buna karşılık Abdullah Öcalan’ın kardeşine iki kişi gönderildi; Erbil’lerde mülakat yapıldı. O iki kişi onu alıp, derdest edip getirmedi. Cumhurbaşkanı “Bilgim yoktu” dedi. Bugün (dün) öğrendim ki TRT Genel Müdürü büyükelçi olmuş.

– O iddia yalanlandı…

– Ama hakkında hiçbir soruşturma açılmadı. Bunu seçmenin unutması mümkün değil. Bunu karartmak için her şey yapılacak. Şöyle deniliyor, “Efendim bir mücadele yapılıyor. O mücadele desteklenmeli.” Her türlü konu muhalefetten bekleniyor. Biz iktidar mıyız? Hayır. Kolluk güçleri bizim emrimizde mi? Hayır değil. Evet yapın mücadeleyi. Biz arkanızda dururuz, duruyoruz. Hatta yurtdışında Türkiye zarar görmesin diye, normalde eleştirebileceğimiz alanlarda bile, o eleştirilerimizi saklı tutuyoruz. Böyle bir noktada iyilikler kendilerinin, yapılan bütün hatalar karşı tarafın… 17 yıldır iktidarda tek bir siyasi yapı var. CHP, bildiğim kadarıyla, SHP üzerinden konuşursa, 1994’ten beri iktidarda değil. Biz zaten yeni bir partiyiz. Yani nasıl oluyor? Bu iktidar sahipleri kafasına taş düştüğünde muhalefete söylüyor… Hangi yaptırım gücümüz var bizim seçmenin avukatlığını yapmaktan başka?

– İktidarın kayyım hamlesini nasıl okuyorsunuz?

– Bunların tamamının öncelikle Abdullah Öcalan’ın mektubunu ve kardeşinin mülakatının örtmek için olduğuna inanıyorum.

– Yeni yargı paketi gündemde… İfade özgürlüğü öncelik olacak. Beklentiniz nedir?

– Biz de bir çalışma yapıyoruz, hem yargıya yönelik hem de yeni bir anayasaya yönelik 24 Haziran’dan itibaren… Parlamenter sisteme dönülmesinin, yani bu sıkıntıların yaşanacağına dair bir öngörümüz vardı, hazırlıklı olmak gerektiği için o dönemden beri bir çalışma yapılıyor. Aşağı yukarı taslak bitti. Şimdi bütün siyasi partilerin ne yaptığına dair ortaya metinler bir çıksın. Ortaklaşacağımız noktalar muhtemelen vardır. İtirazlarımız da muhtemelen olacaktır. Ama bunların tamamının çözüm yeri elbette toplumsal bir mutabakat, hem de Meclis’teki siyasi partilerin uzlaşabileceği ortak bir metin olmalıdır ki çıkabilsin. Ha genelde ortak bir iş yapalım deyip, sonuçta sayıları yeterli olduğu için iktidarın kendi düdüğünü çalmak için bir gayreti olur. Onları da göreceğiz. Biz kendimiz de çalışma yaptığımız için herhangi bir çalışmaya katılmadık. Çeşitli şeyler duyuyoruz. Mesela Saray talimatıyla Adalet Bakanlığı’nın yaptığı bir yargı reformunda dolaylı olarak CHP’ye oy veren görüşte bir akademisyenin, HDP’nin, MHP’nin dolaylı katılımıyla bir paket hazırlandı. Ben bunları duyuyorum, bilgi olarak paylaşamam. Buna karşılık CHP’nin uzunca bir süre yaptığı çalışma var. Biz bu çalışmalara hiçbir şekilde “Buyrun, gelin” denilmedi. “Hadi buyrun” denilse belki giderdik, belki de gitmezdik. Ama sonuç için konuşuyorum pişirilmiş bir yapının gözlemcisi, “Buyrun bakını” uygun görmedik, biz de bir çalışma yaptığımız için. Ama herkes bir çalışma yapıyor, bilginiz olsun.

– Siyasi partilerle bir irtibat kurulacaktı sonuçta…

-Hayır, henüz yok.

– Konu yeni yargı paketi olunca, HDP’nin bir dizi gezisi oldu. CHP ve SP ile görüşme yaptılar… Size bir randevu talebi geldi mi?

Bize mail üzerinden bir randevu talebi geldi. CHP’nin davetine de icabet etmedik biz, kendimiz bir hazırlık yapıyoruz. Anayasa değişikliğine yönelik kendi taslaklarımızı sunacağız o nedenle prensip olarak görüşmedik.

– Erken seçim olur mu?

– Bugün itibarıyla beklemiyorum ama bugün itibarıyla taşınabilir bir Türkiye yok.

– Son günlerde kadına yönelik şiddette bir artış var… Emine Bulut cinayeti sonrasında bir tepki oluştu ama iktidar toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunu iktidar ağzına almıyor ısrarla…

– Birinci derecede kadınlara olmak kaydıyla, şiddet toplumun ana ögesi haline geldi ve getirildi. Bakın çocuklara, hayvanlara, bütün dezavantajlı gruplara, sınıfsal olarak bütün alt gelirli gruplara… Rahmetli Müslüm Gürses diliyle söylersek, “ne kadar gariban varsa, şiddet hali var.” Biz bunun çözümünü 4 başlıkta topluyoruz. Sadece kadınların meselesiymiş gibi görülüyor, esasında bu erkeklerin meselesi. Birincisi sosyal boyutu, toplumsal boyutu var. İki ekonomik boyutu, üç yargı, dört asayiş boyutu var. Sosyal boyutu, en uzun vadeli çözümünün yapılması gereken şey aileden itibaren bu çalışmaların yapılması gerekiyor. Erkek çocuğu… Şiddet gören bir kadının kocası şiddet gösteriyor, muhtemelen bir ağabeyi, bir erkek kardeşi var, bir oğlu var, bu bir zincir halinde gidiyor.

Annesi dayak yiyen bir çocuk, bir süre sonra, evlendiğinde karısını dövebiliyor. Dolayısla buradaki rol tariflerinin eğitimle çözülmesi gerektiği… Ortaokuldan itibaren müfredatın çok ciddiyetle çözülmesi gerekiyor. Ekonomik boyutu, meşhur bir nafaka hikayesi var. Kadına şiddetin bir boyutu da geliri olmayan kadının şiddetle ilgili susması… Bizim önerimiz şu, İşkur’un, belediyelerin ve devletin kurumlarının boşanmış, şiddete bağlı boşanmış kadınlara iş imkanı sağlanması için hukuki altyapının oluşturulması…

Ayağının üzerinde duruncaya kadar, şiddet nedeniyle boşanmış bir kadının mutlaka asgari ücret çerçevesinde bir süre desteklenmesi galip geldiği… Kadını güçlü kılmak… Yargı ayağı… Yargıda da kadının korunması birinci öncelik olmalı. Sığınma evleri… Kadını bir yere sığıştırıyorsunuz, adam başında tekrar bir alıcı kuş gibi duruyor. Halbuki şiddet yapan erkek rehabilite edilmeli. Kanunlar caydırıcı hale gelmeli. Bu orta vadeli bir çalışma biçimi. Bu ülkede karakola giden bir kadını kocasıyla barıştırmaya kalkmasın talimatını polislere veren ilk ve tek kişiyim, bakanlığım döneminde, yıl 1997. O günden bu güne bir arpa boyu yol gidilmedi.

Bizim bilgisayar altyapılarımız uygun. Kadına bir bilezik, erkeğe bir kelepçe. Bir kilometrelik bir alana kadar erkek kadına yaklaşıyorsa, en yakın kolluk gücünün o erkeği enterne etmesinin yolunu açmamız gerekiyor ve de bir kültürün değişmesi gerekiyor.

(Kaynak: Cumhuriyet)

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.